Osman Öksüzoğlu & M. Mercan Özkan
Özet
Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllar içinde, 30 Kasım 1925 yılında 667 sayılı kanun ile faaliyetlerine son verilen tarikatların fiziksel mekânları olan dergâhlardaki dinî faaliyetlerin bir bölümü, şeklen değişikliğe uğrayarak da olsa, içerik ve amaç açısından tarikat geleneğinin ve uygulamalarının bir devamı olarak camilerde veya evlerde devam edegelmiştir. Urfa Mevlevîhânesinin kapatılmasının ardından Mevlevîlik kültürü, varlığını şehirde hâkim olan bir başka köklü gelenek içerisinde sürdürür. Sıra geceleri adı verilen ev toplantılarında Mesnevi okumalarına, mûsiki ve sema meşklerine devam edilir. Bu çalışma,[*] Urfa mûsikî geleneği içerisinde icra edilen Mesnevi Gazel’in, Mevlevilik kültürünün etkisiyle nasıl ortaya çıktığını ve zaman içerisinde ne tür değişimler geçirdiğini konu almaktadır.
Anahtar Kelimeler: Urfa Mevlevîhânesi, Mesnevi Gazel, Mesnevi Hoyrat, Urfa, Mevlevilik
Abstract
After the foundation of Republic of Turkey, the activities of tariqahs were forbidden by a law dated November 30, 1925. Due to this prohibition, some of the religious activities that took place within the Tekke (lodges) changed in structure, but the core content of the tradition survived and was transferred to certain mosques or houses.Following the closure of the Urfa Mevlevi lodge, the Mevlevi culture continued its existence in another well-established tradition that was dominant in Urfa. They were gathered under the name of Sıra Geceleri, which is a term for weekly meetings with friends, and continued to read mesnevi, play music, and doing sema. This study deals with how the Mesnevi Gazel that appeared in the Urfa musical tradition has emerged under the influence of Mevlevi culture and what rather changes it has undergone over time.
Key Words: Urfa Mevlevî Lodge, Mathnawi Ghazel, Mathnawi Hoyrat, Urfa, Mevlevisim
1. Giriş
Anadolu’nun önemli kentlerinden biri olan Şanlıurfa, farklı inançlara ve kültürlere yapmış olduğu ev sahipliği ile tarihin her döneminde dinî ve ilmi bir merkez olma hüviyeti taşımıştır. 12 bin yıllık tarihi geçmişi ile dünyanın en eski tapınağının (Göbeklitepe) yer aldığı bu kutsal şehirde, farklı medeniyetlerin, farklı etnik kimliklerin ve farklı inançların izlerini görmek mümkündür. Birçok peygamberin yaşadığı ve bugün Peygamberler Şehri olarak anılan belde, İslam öncesinde olduğu gibi İslamiyet’in kabulünden sonra da dini inançların oldukça yoğun yaşandığı bir yerdir.
12. yüzyıldan itibaren teşekkül eden ve yaygınlaşan tarikatlar, Osmanlı medeniyeti içerisinde oldukça geniş bir kesim tarafından kabul görmüş ve Osmanlının hâkim olduğu coğrafyada geniş bir alana yayılmıştır. Şanlıurfa’nın da 16. yüzyılın başlarında Osmanlı egemenliğine girdiğini, özellikle bu dönemden sonra dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkan birçok İslamî tarikatın burada yaygınlık kazandığını görmekteyiz. Evliya Çelebî, Seyahatnâme eserinde, 17. yüzyılın ortalarında ziyaret ettiği belde hakkında, şehrin bazı mahallesinde iki-üç tekkenin yer aldığını ve şehir halkının oldukça dindar kişiler olduğunu ifade eder (Evliyâ Çelebi 1970, 43).
Erken dönemde şehire yerleşen ve teşkilatlanan tarikatlar arasında Kâdirî, Halvetî, Şâzelî, Rifaî, Melamî ve araştırmamıza konu edindiğimiz Mevlevîleri görmek mümkündür. Yesevîlik, Nakşî tarikatının Müceddidiye ve Halidiye kolları ise daha sonraki dönemde teşkilatlandığı görülmektedir (Tenik 2011, 197). 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde şehirde yer alan tekkelerden, Mevlîd-i Halil ile Sâkıbiye tekkeleri Kadirî, Halilü’r-Rahman Dergâhı Nakşibendî, Hacı Gazi Tekkesi Halvetî, Sıddıkiye Tekkesi Rufâî’dir. Yine bu dönemde şehirde, bir Mevlevîhâne, bir Hindîyan Dergâhı, bir Afgan Tekkesi ve Cami-i Kebir bünyesinde bir Buhârî Tekkesi ile çok sayıda zaviye yer alır (Taş 2013, 315).
Sultan Veled tarafından kurulan, Hz. Mevlânâ’nın öğretileri ve tasavvufî anlayışı çerçevesinde şekillenen Mevlevîlik tarikatı (Gölpınarlı 1983, 330), diğer tarikatlarda olduğu gibi bireyi insan-ı kâmil olma yolunda eğitirken bir yandan da toplumsal dengelerin sağlanmasında aktif rol oynamıştır. İbadet ve eğitim faaliyeti merkezi konumundaki bu kurumlar her yönüyle kendi iç dünyasında huzur ve sükûneti temin etmiş ve bunu yaşadığı ortama yansıtabilme kabiliyeti kazanmış kâmil insanlar yetiştirmeyi amaçlamışlardır. Bunu amaçlarken diğer yandan da insanlara meslekî ve ahlakî terbiyenin kazandırılması, ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi, fakirlerin doyurulması ve barındırılması gibi devrin ve sosyal şartların gerektirdiği birçok vazifeyi üstlenmişlerdir (Arpaguş 2009, 221). Tarikatların sosyal yapı üzerindeki bu pozitif etkileri, geniş halk kitleleri tarafından kabul görerek bu denli yaygınlık kazanmalarında ve toplumlar üzerinde etkili olmalarındaki en temel faktördür.
Mûsikî, semâ ve şiir gibi etkileyici üç dal üzerinde şekillenen tarikat anlayışıyla toplumları derinden etkileyen Mevlevîlik (Köprülü 1980, 249), Osmanlı topraklarında ilk II. Murad tarafından Edirne’de açılan (829/1426) mevlevîhâne ile genişleme imkânı bulur. Osmanlı kamu yönetiminde köklü değişikliklerin yapıldığı II. Bayezid döneminde gerçekleşen hukuki ve idari düzenlemeler ile bir imparatorluk kurumu statüsü kazanır (Tanrıkorur, Mevleviyye 2004, 469). Maddî olarak da desteklenmesi anlamına gelen bu durum, Mevlevî tarikatının başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun muhtelif bölgelerine rahatça genişlemesine imkân sağlamıştır.
Mevlevîlik, insan-ı kâmil olma yolunda bireyi olgunluğa taşımayı hedeflerken, devlet ileri gelenlerinden gördüğü destek ve himaye ile üç kıtaya yayılarak kurumsal hüviyetini ve nüfuzunu artırmış; Osmanlı coğrafyası içerisinde 140’a yakın noktada inşa ettirilen Mevlevîhâneler (Şimşekler 2012, 5) ve buralara gönderilen çelebiler ve Mevlevî müntesipleri sayesinde Türk kültürüne önemli katkılar sağlamıştır (Küçük 2003, 72). Mevlevîlerce Konya’daki Mevlâna Türbesi ve burada inşa edilen Mevlevîhâne, makam olarak kabul edilmiş; Mevlevîlik ise Mevlânâ soyuna mensup “Çelebi” ünvanıyla anılan şeyhler tarafından temsil edilmiştir. Makam Çelebileri, türbenin etrafında kurulan ve Âsitâne, Huzur, Huzûr-ı Pir olarak adlandırılan bu ilk Mevlevîhânede yaşamışlardır. Konya Mevlânâ Dergâhı ve çelebilik makamı, Mevlevî tarikatının idare merkezi haline getirilmiş (Gölpınarlı 1983, 330), bütün Mevlevîhâneler bu dergâh tarafından Şeyh ve Dede unvanı alarak görevlendirilen Mevlevîler tarafından idare edilmiştir (Gölpınarlı 1983, 330; Şimşekler 2012, 5).
2. Urfa Mevlevîhânesi
Günümüzde sadece Semahâne bölümünün ayakta kaldığı Urfa Mevlevîhânesinin, kuruluş kitabesi ve vakfiyesi bulunmadığından, kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Akademisyen A. Cihat Kürkçüoğlu, Mevlevîhânenin kuruluş tarihinin 1650-1740 arasında bir tarih olabileceğini söylerken (Kürkçüoğlu 1996, 303); Ş. Barihüda Tanrıkorur, aynı dönem yapılan bir başka yapının mimarî benzerliğinden dolayı tarihin 1728-29 yılları olabileceğini varsayar (Tanrıkorur, Urfa Mevlevîhânesi 2012, 175). İlhan Palalı ise bu tarihi XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar götürür (Palalı 2007, 374).
Şanlıurfa Mevlevîhânesi hakkında yapılan ilk çalışmalardan biri A. Cihat Kürkçüoğlu’na aittir. Kürkçüoğlu, Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü II. Milletlerarası Osmanlı Devletinde Mevlevihaneler Kongresi’nde sunduğu “Urfa Mevlevîhânesi” başlıklı bildirisinde, Mevlevîhânenin ne zaman ve kimin tarafından inşa edildiğinin kesin olarak bilinmediğini yazar. Mevlevîhâneye dair en eski arşiv kaydının, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerindeki 491 nolu defterin 374. sayfasının 65. sırasında kayıtlı H. 1172 (M.1758) yılına ait olduğunu; bu kayıttan Abdülkerim Efendi adlı birinin H. 1118 (M.1705) senesinde Mevlevîhâne Vakfına ilk mütevelli olarak tayin edildiğinin anlaşıldığını aktarır. Ayrıca Kürkçüoğlu, Şanlıurfa Vakıflar Müdürlüğü arşivinde yer alan Rıdvaniye Vakfiyesi ile bir belgeden hareketle Mevlevîhânenin 1740 tarihlerinde mevcut olduğunu belirtir. Bu belgede, H. 1129 (M. 1716) tarihinde Şanlıurfa’daki Rıdvaniye Camii’ni yaptıran Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa’nın H.1153 (M. 1740) tarihli vakfiyesinde, bir yer tarifi münasebetiyle Mevlevîhâneden bahsedilir (Kürkçüoğlu 1996, 303).
Ş. Barihüda Tanrıkorur; İslam Ansiklopedisinde yer alan “Urfa Mevlevîhânesi” başlıklı yazısında, Mevlevîhânenin kuruluş tarihiyle ilgili Kürkçüoğlu’nun verdiği bu bilgilere ek olarak, 1912 yılında postnişin olan Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin, Konya çelebisine gönderdiği mektuptan bahsetmektedir. 29 Kânunuevvel 1327 (11 Ocak 1912) tarihli bu mektupta, Mevlevîhânenin vakfiyesinin bulunmadığı; kuruluş tarihinin bilinmediği; ilk bânisinin Hacı İbrahim Ağa, ikinci bânisinin ise Urfa Valisi Dârendeli Hüseyin Paşa olduğu rivayet edilmektedir. Tanrıkorur makalesinde, 1135’te (1722-23) paşa rütbesine yükseltilerek Urfa valiliğine tayin edilen ikinci bâni Dârendeli Hüseyin Paşa’nın, Karameydan mevkiinde 1141 (1728-29) yılında Hüseyin Paşa Camii’ni yaptırdığını; bu cami ile aynı yıllarda inşa ve tamir edilen Hizanoğlu Camii ve mevlevîhânenin benzer mimari özelliklere sahip olduğunu belirtmektedir. Üç yapının da sekiz kasnaklı, tromplu, tek kubbeli kare planlı şemalarından ve benzer taş işçiliğinden hareketle Mevlevîhânenin de 1141 (1728-29) yılında inşa edildiğinin ve aynı ustaların elinden çıktığının söylenebileceğini belirtmektedir (Tanrıkorur 2012, 175).
İlhan Palalı ise, Tanrıkorur’un bahsettiği, Mevlânâ Müzesi Arşivi, 50/3’de kayıtlı, bu belgeden (mektup) hareketle, şehirde birden fazla mevlevîhânenin kurulmuş olduğunu varsaymaktadır. Palalı, Urfa Mevlevîhânesi’nin iki defa kurulduğunu; ilk kurucusunun İbrahim Ağa adında bir zat olduğunu ve ilk kuruluş tarihinin çok eski bir tarih olduğu için de hatırlanmadığını belirtmektedir. Palalı’ya göre bu tarihin, XVI. yüzyılın ilk yarısı veya ortaları olması muhtemeldir. Palalı, IV. Mehmet devrinde Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa’nın desteğiyle Hünkâr Şeyhliğine kadar yükselen Vani Mehmed Efendi’nin tarikatlar aleyhindeki faaliyetleri neticesinde, Mevlevîlerin “Yasağ-ı bed” diye tarih düştükleri H.1077 (M.1666) yılında semânın yasaklandığını ve bu dönemde Anadolu’da bazı Mevlevîhânelerin kapandığını; hatta bu dönemde Konya Mevlevîhânesi de dâhil olmak üzere birçoğunun kapanma tehlikesi geçirdiğini belirtmektedir. Palalı, bu hadiseden yola çıkarak, Urfa’da kurulan bu ilk Mevlevîhâne’nin kapanmış olması ihtimali üzerinde durmaktadır. Sema yasağının H.1095 (M.1684) de kaldırıldığını ve yukarıda bahsettiğimiz belgede yer alan: “[…]Urfa Mevlevîhânesi’nin ikinci bânisi Rakka (Urfa) Valisi Hüseyin Paşa olduğu işitilmiştir…” ifadesinden de, belde de ikinci kez Mevlevîhânenin kurulduğu çıkarımını yapmaktadır. Palalı, Urfa Mevlevîhânesi ile ilgili bilinen en eski kayıtın 1705 yılına ait olduğunu ve bu belgeden hareketle yapılan araştırmaların XVIII. yüzyıla ait verdiği tarihlerin ise Mevlevîhâne’nin ikinci kuruluşuyla ilgili olması gerektiğini savunmaktadır (Palalı 2007, 373-374).
Urfa Mevlevîhâne’si son şeyhi Hasan Döner’in oğlu Ahmet Asaf Döner ile 5 Kasım 2009 tarihinde yapmış olduğumuz görüşmede, Urfa Mevlevîhânesi’ne ait bir Post Duası metninin babasından kendisine intikal ettiğini söyledi. Bu dua metninin sonunda, binanın bânisi ve şeyhlerinin isimleri zikredilmektedir. Bu belgede dergâhın bânisi için, Ali Haydar Dede ile Rakka Valisi Hüseyin Paşa’nın ismi geçmektedir. Döner’in okuduğu bu dua metni sesli kayıt arşivimizde yer almaktadır (Döner, Urfa Mevlevîhânesi 2009). Döner, bugünkü Mevlevîhânenin yerinin ise Rakka valisi Hüseyin Paşa tarafından tahsis edildiğini ve yapının inşası esnasında Hüseyin Paşa’nın iştirakinin bir hayli fazla olduğunu büyüklerinden duyduğunu nakletmektedir. Yapının yanında yer alan bedestenin ise Mevlevîhâneden daha önce inşa edildiğini belirtmektedir (Döner, Urfa Mevlevîhânesi 2009). Ayrıca, 1738’den daha önceki bir tarihte Konya’dan Mevlevîlerin Şanlıurfa’ya görevlendirildiklerini büyüklerinden duyduğunu bizlere anlattı. Bizlere verdiği bu bilgiler, Palalı’nın 18. yüzyıldan önceki bir tarihte Şanlıurfa’da başka bir Mevlevîhâne’nin bulunabileceği savını desteklemektedir.
Döner, Her Şey Döner isimli basılı eserinde Urfa Mevlevîhânesi’nin tarihini anlatırken; Türkistan’dan Anadolu’ya göç eden Hacı Abdülhamit Efendinin, Konya Mevlevîhânesi tarafından görevlendirilmesiyle Urfa’ya geldiğini; burada bulunan Mevlevî Ali Haydar Dede ile beraber 1738 yılında Mevlevîhâne’nin inşasına başladığını ve inşası tamamlanan Mevlevîhânenin 1740 yılında hizmete girdiğini yazmaktadır (Döner 2005, 64). Fakat burada verdiği bilgiler, kendisiyle yaptığımız röportajdaki ve günümüze ulaşan kaynaklardaki bilgilerle çelişmektedir. Döner, yayımladığı eserinde Dergâhın bânisi olarak Ali Haydar Dede ile beraber Abdülhamit Dede’nin ismini zikretmektedir. Fakat Abdülhamid Dede’nin 11 Kasım 1849 tarihinde yazmış olduğu bir dilekçede, Mevlevî tarikatından olduğunu ve çocukluğundan beri Urfa Mevlevîhânesi meşihatında bulunduğunu söyler. Ahmed Dede’nin Konya Mevlevîhânesine göndermiş olduğu mektupta ise babası Abdülhamid Dede 1873 yılında vefat etmiştir (Küçük 2003, 291). Bu bilgilerden, Abdülhamit Dedenin, Ali Haydar Dede’den daha sonraki bir dönemde yaşadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, ortalama yaşam süresini düşünürsek, bunun olma ihtimali pek mümkün görünmüyor. Bu iddianın bir tarihsel hata olduğunu varsayabiliriz. Fakat Ali Haydar Dede’nin dergâhın bânisi olması hususunda, gerek Post Duasında gerekse Konya Mevlevîhânesine gönderilen belgelerde isminin yer almasından dolayı şüpheye pek yer kalmadığını düşünüyoruz.
Bugün sadece Semahanenin ayakta kaldığı Urfa Mevlevîhâne’sinin, Konya Mevlevî Dergâhı arşivlerinde bulunan 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başlarına ait krokiden büyük bir külliye halinde inşa edilmiştir (bkz. Şekil 1) 1861’de önemli bir tamirat geçiren Urfa Mevlevîhânesinin, Ahmed Dede Şeyhliği döneminde 1327/1911’de Semahane, harem dairesi, derviş hücreleri, şeyh odası ve dükkânlarıyla beraber külliyesinin tamamen yıkılmaya yüz tuttuğu, dönemin Urfa Mutasarrıfı tarafından Konya Çelebisine yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır. Mevlevîhânenin gelir-gider tablosu, tamir keşfi ve krokisinin de yer aldığı bu mektupta dergâhın acil tamire ihtiyacı olduğu bildirilmiştir. Fakat bu başvurudan sonuç alınamamış, tamirat gerçekleştirilememiştir (Konya Mevlana Müzesi Arşivi [KMMA], zarf no: 68/44-45; Küçük 2003, 292; Palalı 2007, 376; Tanrıkorur 2012, 176).
1925 tarihli tekke ve zaviyelerin kapatılma kararıyla dergâh işlevini yitirmiş ve kaderine terk edilmiştir. Fakat son Mevlevî şeyhi ve ailesi, faaliyetlerine son verilen bu dergâhtaki hânelerinde ikamet etmeye devam etmişlerdir. Belediyenin zabıta müdürlüğüne külliyenin içerisinde bir yer tahsis edilmiş, Mevlevîhânenin çevresinde müştemilatı olan yapılar, Ömer Alay’ın Belediye başkanlığı döneminde (1933-1946) yıktırılmış ve yerine sebze hali inşa edilmiştir (Döner 2009). Son Mevlevî şeyhi ve ailesi alınan bu yıkım kararı ile dergâhtan ayrılmak zorunda bırakılmıştır.1 Bugün dergâhın ayakta kalan semahâne kısmı ise hal esnafı ve Belediye tarafından ambar olarak kullanılmıştır (Kürkçüoğlu 1996, 304). Oldukça bakımsız bir hâl alan ve harabeye dönen Semahâne, 1973 yılında restoratör-mimar Mehmet Yılmaz Önge’nin yaptığı projeyle Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilerek camiye dönüştürülmüştür. Restorasyon projesi ile yapıya, bir taş mihrap, minber ve asma kat kadın mahfili eklenmiş ve yapıya Mevlevî Camii ismi verilmiştir (Tanrıkorur 2012, 176).
Yapı bugünkü şeklini, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2006 yılında tamamladığı restorasyon çalışmasıyla alır. “Projesiz basit onarım” olarak kabul edilen plan ile restorasyon yürütülürken geniş bir çevre düzenlemesi yapılmış; yapının cephelerine bitişik dükkânlar ve sebze hali kaldırılarak, yapının etrafı temizlenmiştir (Eroğlu 2006, 690; Tanrıkorur 2012, 176) (bkz. Şekil 2 ve Şekil 3).
Günümüze ulaşan kaynaklara göre Mevlevîhânenin meşihatında bulunan Postnişinler şunlardır: Ali Haydar Dede, Hacı İbrâhim Ağa’nın oğlu Hacı Sıddîk Dede, Muhammed Dede, Bâkî Dede, Sâlih Dede, Yûsuf Dede, Konyalı Osman Dede ve babası, Abdülhamid Dede, Abdülhamid Dede’nin oğlu Seyyid Ahmed Dede (1912), Abdülhamid Dede’nin diğer oğlu Mustafa Dede, Seyyid Ahmed Dede’nin oğlu Hüseyin Hüsâmeddin Dede, Ahmed Dede’nin diğer oğlu Hasan (Döner) Dede (ö. 1956) (KMMA, zarf no: 50/3; Küçük 2003, 290-291; Palalı 2007, 377; Tanrıkorur 2012, 176).
3. Mevlevîliğin Urfa Mûsikî Kültürüne Etkisi ve Mesnevî Gazel
Günümüze ulaşan belgelerden, dergâhın son dönemine ait fotoğraflardan ve yaşayan sözlü kültür taşıyıcılarının aktarımlarından, Urfa Mevlevîhânesinin kapatıldığı 1925 yılına kadar aktif olarak hizmet verdiğini; burada Mevlevî dervişlerinden oluşturulan bir mutrib heyetinin yer aldığını ve dergâhta her Perşembe akşamı düzenli olarak mukabele yapıldığını bilmekteyiz (Döner 2009). Dinî eğitim kurumları olmalarının yanı sıra mûsikî, edebiyat ve hat gibi güzel sanatların birçok dalının yoğun olarak yer aldığı; kültür, sanat eğitimi veren kurumların işlevlerini de üstlenen Mevlevîhânelerin şehir kültürüne etkileri azımsanmayacak kadar fazladır.
19. yüzyıl ve sonrasında Urfa Mevlevîhânesi’nin oldukça aktif olduğu, dönemin belgelerinde, örneğin; dergâha ait ney, kûdüm ve bendir çalan dervişlerin olduğu fotoğraflarda görülebilir (bkz Şekil 4 ve Şekil 5). Bunun yanı sıra 20. yüzyılın başlarında Seyyid Ahmet Efendi’nin, Mevlevîhânenin faaliyetleri ile ilgili olarak, Konya Mevlevîhâne’sine verdiği bilgilerde, Neyzen, Naathân, Mesnevihân (KMMA, zarf no. 50/3; Küçük 2003, 291; Palalı 2007, 377) gibi üst düzey bilgi ve birikim gerektiren vasıfları burada yer alan dervişler için kullanmaktadır. Buradan, gerek Neyzenlik gerek Naathânlık ve gerekse Mesnevihânlık gibi öğrenilmesi güç ve zaman alan ve aynı zamanda kabiliyet gerektiren bu yüksek sanat vasıflarının, Mevlevîlik vasıtasıyla şehirde hayat bulduğunu anlamaktayız.
Ahmed Dede’nin Mevlevîhâne’nin faaliyetleriyle ilgili olarak naklettiği bu bilgi bizlere göre oldukça manidardır:
Meşihat, sertabbâh, türbedâr, neyzen, mesnevihanlık ve bil umum mûsikî âşina muhibbanımızdan Hacı Sâid Ağazade Müslim Sıdkî Efendi var ise de hiçbir hizmet talibi olmayıp, ancak intisap ve muhibbanlıkla iktifa etmektedir…(KMMA, zarf no: 50/3; Küçük 2003, 291; Palalı 2007, 377).
Bu cümleden, Mevlevîhânenin Urfa halkıyla bütünleşip, şehir kültürüne ne denli etki ettiğini; gerek dergâhın merkezi konumu ve gerekse Mevlevîliğin mûsikî ve semanın cezbedici yönü ile toplumlar üzerinde oluşturduğu tesir sayesinde, o dönemde buranın ilmî bir merkez olma vasfı taşıdığını ve kültürel dokuya önemli katkılar sağladığını görmekteyiz. Urfalılar için önemli bir yeri olan mûsîkinin, bu Mevlevî dergâhı ile olan etkileşim sayesinde daha da renklendiğine, geliştiğine ve yaygınlık kazandığına inanmaktayız. Özellikle, Konya’dan desteklenen ve görevlendirilen Mevlevî müzisyenler sayesinde dinî ve din-dışı mûsîki alanında yeni formların icra edilmesine; Mevlevî mûsikîsinde kullanılan ney, kûdüm, rebap, tanbur gibi sazların öğrenilmesine imkân doğmuştur. Birer kültür taşıyıcıları, koruyucuları ve aktarımcıları olarak da Mevlevî dervişlerinin toplum içerisinde oldukça aktif rol aldıklarını ve önemli vazifeler üstlendiklerini söyleyebiliriz. Neyzen Müslim Sıdki Efendi, Neyzen Hacı Mustafa Dede, Naathan Hacı Abdullah Dede, Cürre Mehmet (hanende ve sazende), Tanburi Abdurrahman (?-1941)2, Kûdümzen Hacı Ahmet Efendi, Bozan Uzungöl (hanende), Neyzen İsmail Şimşek (Kıdey Hafız) gibi isimler Urfa Mevlevîhânesinden feyz alarak yetişmiş icracılardır.
Urfa yöresel mûsikîsinin veyahut şehirde icra edilen mûsikîsinin makam müziği üzerine kurgulanmasında, Mevlevîhânenin ve Mevlevî mûsikîsinin çok önemli etkisi olduğunu düşünüyoruz. Mevlevîhâne’de icra edilen ayinler; makamların, usûllerin ve güftenin kurgulanışı ve uygulanışı açısından bu mûsikînin en sanatlı eserleridir. 19. yüzyılda 50 bin (Eroğlu, Babuçoğlu ve Köçer 2012, 48) olarak rivayet edilen Urfa nüfusu içerisinde Mevlevîhâneyi bir mûsikî merkezi olarak düşündüğümüzde, şehirde icra edilen mûsikînin buranın üzerinden şekillendiği sonucunu çıkarabiliriz.
Urfalıların mûsikîye ve makamlara olan aşinalığı, Mevlevîhânenin kapatılmasının hemen ardından, 31 Temmuz 1926 tarihinde Urfa’ya derleme çalışmaları için gelen, Yusuf Ziya Demircioğlu, Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim Bey’den oluşan Dâru’l Elhan (İstanbul Konservatuarı) heyetinin dikkatlerini çekmiştir. Ekrem Besim Bey, Dâru’l Elhan Heyeti’nin derleme çalışmalarının yer aldığı Anadolu Halk Şarkıları’nın 5. Defterlerinin önsözünde bu konuyu şöyle dile getirmiştir:
[…]Şunu ilave etmek isterim ki, Urfa’da dinlediğimiz zevatın hemen her cümlesi müziğe az çok vakıf insanlardı. Terennüm ettikleri parçaların hangi makamdan olduğunu ve o makamın seyrini bilerek okuyorlar… (Dâru’l Elhan 1927, Defter 5)
Şunu söyleyebiliriz ki, o dönem içerisinde Urfa’da icra edilen eserlerin makamlarının, bu makamların seyirlerinin bilinmesinde ve mûsikîye bu denli hâkim olunmasında kapatılan Mevlevîhânenin çok önemli bir rolü vardır.
Mesnevi Gazel
Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllar içinde, 30 Kasım 1925 yılında 667 sayılı kanun ile faaliyetlerine son verilen tarikatların fiziksel mekânları olan dergâhlardaki dinî faaliyetlerin bir bölümü, şeklen değişikliğe uğrasa da, içerik ve amaç açısından tarikat geleneğinin ve uygulamalarının bir devamı olarak camilerde veya ev ortamlarında devam edegelmiştir. Urfa Mevlevîhânesi için de benzer bir durumdan söz etmek mümkündür. Urfa’ya köklü bir geleneği taşıyan Mevlevîlik, yasaklamaların ardından varlığını şehirde hâkim olan bir başka köklü gelenek içerisinde sürdürmüştür. Mevlevîhâne kapatılınca mûsîki ve mesnevi sohbetleri tamamen ev ortamlarına taşınmış; sıra geceleri adı altında toplanılarak Mesnevi okumalarına, mûsiki ve sema meşklerine devam edilmiştir. Son Mevlevî şeyhi Hasan Efendi’nin oğlu Ahmet Asaf Döner de, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Mevlevîhânedeki harem dairesinde, babasının arkadaşlarıyla haftanın belirli bir gününde bir araya geldiğini ve sıra gecesi adı altında düzenli olarak bu toplantıların sürdüğünü nakletmektedir (Döner 2009). Yazılı kaynaklarda 150 yıl öncesine tarihlenen (Kaya 2015, 575); sözlü aktarımda ise üç yüz yıldan fazla bir geçmişe sahip olduğu rivayet edilen sıra geceleri, baştan sona dinî ve dindışı sohbetlerin yapıldığı; mûsikînin, tarihin, edebiyatın konu edildiği; usta-çırak geleneği içerisinde aktarımın yapıldığı bir ilim, irfan meclisidir.
Sıra gecelerinde makam müziği anlayışı içerisinde icra edilen mûsikî, Urfa şehir kültürünün önemli bir ögesidir; gelişi güzel icra edilmez. Eserler, daha önceden belirlenmiş ve kurgulanmış bir makamsal sıralama içerisinde icra edilir. Gazel ve hoyratlar da bu yapının ve bu mûsikî kültürünün ayrılmaz birer parçasıdır. Gazeller, okunduğu makama göre, Mesnevî Gazel, Saba Gazel, Rast Gazel, Uşşak Gazel gibi değişik isimler almıştır. Urfa mûsikî fasıllarında makamların, okunan eserlerin, gazel ve hoyratların belirlenen kurallar dairesinde icra edilmesine: Urfa Makam Geleneği; gecedeki mûsikî faslına ise Urfa Ahengi denilmiştir.
Sıra gecelerinin önemli temalarından olan mûsikî, halkın tekke ve camilerde icra edilen mûsikîden de etkilenerek, dinî eserleri bu gecelere taşımaları sonucunda, zamanla dinî ve din-dışı eserlerin ortak icra edildiği bir kurum niteliğine dönüşmüştür. Bugün Urfa mûsikî kültürü içerisinde, “Ben bir Yakup idim”, “Yar yüreğim yar gör ki neler var”, “Alaydın elim elime” gibi birçok dinî muhtevalı eserin dindışı mûsikî içerisinde yer aldığını ve sıklıkla icra edildiğini görmekteyiz. Bunun bir örneği de, Mevlevîliğin etkisiyle ortaya çıkan Mesnevi Gazel’dir. Mevlevîhâne kapatıldıktan sonra Sıra Gecelerinde bir araya gelen dergâh menşeli müzisyen dervişler veya dergâh ile etkileşimi olan Urfalı müzisyenler Mevlevîliği öylesine özümsemişlerdir ki; mevlevîhânede dinsel boyutta dinledikleri ayinlerin sanatlı yapısını ve sözlerini, din-dışı mûsîki alanına taşımış ve mevlevîhânedeki klâsik üslubu muhafaza ederek gazel formunda icra etmişlerdir. Menşei Mevlevîhâne olan ve Hicaz makamında icra edilen bu gazel, güftesi Hz. Mevlânâ’nın Mesnevisinden alındığı için Mesnevi Gazel olarak adlandırılmıştır. Mesnevinin ilk on sekiz beyti ile icra edilmekte olan bu gazel, gerek sözleri gerekse icrada ki üslubu açısından Mevlevîhânede icra edilen dini mûsikînin bir anlamda din-dışı mûsikîye yansımasıdır.
Mesnevi Gazel icrasında yapılan makamsal geçkiler oldukça sanatlıdır. Hicâz makamıyla başlanılan icra, Hüseyni makamına yapılan geçki ile devam etmektedir.3 Ardından Uşşak makamının4 yer aldığı bir bölüm icra edildikten sonra tekrar Hicaz makamına 5 dönülerek karar edilmektedir. Arada Gezinti6 adı verilen ve sadece enstrümanlarla çalınan bir kısa bölüm yer alır. Mesnevi Gazel içerisinde icra edilen bu bölüme de Galata Gezintisi ismi verilmiştir. Bunun Galata Mevlevîhânesine yapılan bir atıf olduğunu düşünüyoruz (bkz. Şekil 6).
Kayıt 1. Hafız Halil Uzungöl’ün (1928-1992)7 icrasıyla Mesnevi Gazel
Kayıt 2. Tenekeci Mahmut Güzelgöz’ün (1919-1988)8 icrasıyla Mesnevi Gazel
1935’li yıllara doğru, Farsça güftenin, yeni yetişen gençler tarafından anlaşılmadığı ve ezgisel olarak da sanatlı yapının icra edilemediğini düşünen dönemin iki ünlü müzisyeni, Hacı Nuri Hafız (1900? – ?) ve Mukim Tahir (1900 – 1946) tarafından eserin melodik yapısı değiştirilir. Mesnevinin ilk on sekiz beytinden seçilen güftenin yerini, Divan edebiyatı nazım biçimi gazel alır. Mevlevîhâne’de yetişen hocalardan feyiz alan bu iki müzisyen, eseri daha sade ve makamsal geçkilerin olmadığı bir şekle dönüştürür. Ortak bir kanaatle düzenlenen gazel, yeni yetişen müzisyenlere bu şekliyle öğretilir. Bu yeni yapı da, Mesnevi ismiyle adlandırılır ve Mesnevinin ilk on sekiz beytiyle okunan önceki şekline Eski Mesnevi veya Galata denilir (Güzelgöz 1984).
O dönem müzisyenlerinden Hamza Şenses (1904 – 1939) tarafından eser, yeni şekliyle plağa kaydedilir ve TRT repertuarına alınır.9 Bu şekliyle icra edilen eserde, herhangi bir makamsal geçki görülmemekte ve oldukça sade bir seyir izlenmektedir. İsteğe bağlı olarak yapılan bir hicaz taksimin ardından güçlü nevâ perdesinde asma kalış yapılır; gazelhan icrasına neva perdesinden başlar. Her iki gazelde de icra, iki ölçü aranağmeyle başlamaktadır. Orijinal şeklinde eserin aranağmesi Düyek usulünde iken, yeni şeklinde bu kısmın değiştiği ve Yürük Semâî usûlüne dönüştüğü görülmektedir. Yeni şekliyle icra edilen gazelin sözleri genellikle Fuzûlî, Nâbi, Abdi, Kuddusî, Ahmet Paşa, Yaşar Nezihe Bükülmez ile Urfalı Abdî ve Kânî gibi divan şairlerinin şiirlerinden seçilmektedir (Macit 2010, 88).
Kayıt 3. Hamza Şenses’in (1904-1939)10 icra etmiş olduğu Mesnevi Gazel
Hamza Şenses’in icra etmiş olduğu gazelin (bkz. Kayıt 3) şiiri, genç yaşta kaybettiği evlâdı Sedat’ın üzerine kaleme alan Yaşar Nezihe Bükülmez’e aittir (Kurtoğlu 2017, 9).
Mevtin ne derin yâreler açtı ciğerimde
Bir makbere döndü koca dünya nazarımda
Yaş kalmadı şahittir Huda didelerimde
Bir sönmeyen hicran ateşi var içerimde
Topraklara gömmek seni varmış kaderimde
Hacı Nuri Hafız ve Mukim Tahir, eserin orijinal şekliyle icrasını bilenlerin devam ettirmeleri gerektiğini de ayrıca ifade etmişlerdir. Öğrencileri ve aynı zamanda kendilerinden sonraki kuşağın iki önemli müzik ustası, gazel geleneği temsilcisi Hafız Halil Uzungöl (bkz. Kayıt 1) ile Tenekeci Mahmut Güzelgöz (bkz. Kayıt 2), güfteyi Mesnevinin ilk on sekiz beytinden; melodiyi de değişikliğe uğratmadan yani ilk şekliyle icra ederek bu yapıyı muhafaza etmişlerdir.
1970’li yıllara doğru gelindiğinde Urfa mûsikî kültürü içerisinde Mesnevi Gazel’in, Hoyrat türü içerisinde de şekillendiğini görmekteyiz. Divan edebiyatı nazım şekli gazelden seçilen şiirler, Hoyrat icrasında Türk halk şiirinin en küçük nazım şekli olan manilerden seçilir ve bu tarzda yapılan icraya: Mesnevi Hoyrat denir. Her iki türün de mûsikî kültürü içerisinde devam ettirildiği bu yıllarda gazel okuma konusunda mahir olan, Tenekeci Mahmut Güzelgöz (bkz. Kayıt 2), Hafız Halil Uzungöl (bkz. Kayıt 1), Ahmet Uzungöl gibi ustalar güfteyi gazellerden; hoyrat icrasında ehil olan, Mehmet Gençkol, fırıncı Mehmet Gözoğlu ve İbrahim Özkan (bkz. Kayıt 4) gibi müzisyenler güfteyi manilerden seçmişlerdir. Bu iki türün de Hicaz makamında yapılan fasıllarda yer aldığını; gazel türünde icrasına Mesnevi Gazel; hoyratta ise Mesnevi Hoyrat ismi verildiğini görmekteyiz.
Kayıt 4. İbrahim Özkan’ın11 okuduğu Mesnevi Hoyrat
Narın çalar
Yâr saçların sarı çalar
Bir yanımı kurtlar yedi
Bir yanımı karıncalar
Günümüzde gerek “Urfa makam geleneği” içeresinde ve gerek diğer mûsikî ortamlarında Mesnevi ismiyle icra edilen gazelin menşei ve Mesnevinin ilk 18 beytiyle icra edilen şekli unutulmaya yüz tutmuştur. Günümüz icracılarının pek çoğu okudukları bu gazelin neden Mesnevi ismiyle adlandırıldığını bilmemektedir. Şanlıurfa Valiliğince 1995 yılında yapılan Şeb-i Arus törenlerinde Mesnevi Gazel, M. Mercan Özkan tarafından orijinal şekliyle öğrencisi Bekir Çiçek’e icra ettirilmiş ve bu bağlamda eserin tekrar gün yüzüne çıkartılması hedeflenmiştir. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Şanlıurfa Devlet Türk Halk Müziği Korosu son yıllarda yapmış oldukları konserlerde bu esere yer vererek (bkz. Kayıt 5), bu kültür mirasının sonraki kuşaklara aktarımı için gayrette bulunmuşlardır.
Kayıt 5. 2017 yılı Uluslararası Konya Mistik Müzik Festivali’nde Şanlıurfa Devlet Türk Halk Müziği Korosunun yapmış olduğu icra. Okuyan: M. Mercan Özkan.
4. Sonuç
İlhan Palalı’nın yayımlamış olduğu makalesinde iddia ettiği gibi, bizler de bugün ayakta olan Urfa Mevlevîhâne’sinin şehirde kurulan ikinci Mevlevîhâne olduğunu düşünmekteyiz. Ve yapının bânisi olarak, Rakka Valisi Hüseyin Paşa’nın isminin hem Konya Mevlevîhânesine gönderilen belgede hem de Ahmet Asaf Döner’den nakledilen Post Duasında Ali Haydar Dede ile beraber yer almasından dolayı paralellik gösterdiğini ve buradan yapılacak çıkarımda bâninin bu isimler olması noktasında şüpheye pek mahal kalmadığını düşünüyoruz. Mevlevîhânenin inşa tarihi, Tanrıkorur’un şehirde yer alan bir diğer eserdeki mimari benzerlikten dolayı tahmin ettiği 1728-29’lu yıllar ile Döner’in naklettiği 1738 yılı aşağı yukarı aynı dönemleri kapsamaktadır. Bu bağlamda yapının bu tarihler arasında inşâ edildiği kuvvetle muhtemeldir.
Bugün Urfa mûsikî kültürü ve geleneği içerisinde yer alan Mesnevi Gazel/Galata, Mesnevi Hoyrat ve Galata Gezintisi gibi değişik türdeki eserlerin, kapatılan Urfa Mevlevîhânesinin ardından, sıra gecelerinde devam ettirilen Mevlevîlik kültürünün etkisiyle ortaya çıkmıştır. Urfalı müzisyenlerin Mevleviliğe olan saygı, muhabbetleri ve Mevlevîhâne ile olan etkileşimleri neticesinde bu eserlere Mevlevilikle ilgili isimler verilmiştir. Eski Mesnevî/Galata, Mesnevî Gazel ve Mesnevî Hoyrat isimleriyle Hicaz makamında icra edilen bu eserler, Mesnevîveya Galata olarak adlandırılan ilk gazel örneğinin zaman içerisinde ortaya çıkmış değişik biçimleridir. Bunlardan Eski Mesnevi/Galata ile Mesnevî Gazel, makam mûsikîsinin gazel formu; Mesnevî Hoyrat ise Halk Musîkîsinin hoyrat türü örneğidir. Bugün, Urfa Mevlevîhânesinin kapatılmasının ardından yaklaşık bir asra yakın bir zaman geçmesine ve sıra gecelerine taşınan Mevlevilik usûl ve erkânının tamamen ortadan kalkmasına rağmen, Mevlevîlik mûsikî yönüyle kültürel dokuya tesir etmiş, varlığını şehrin mûsikî geleneğinde oldukça sesli fakat bir o kadar da sessiz bir şekilde devam ettirmiştir. Yasaklamaların sadece fiziksel olarak yapıları ortadan kaldırdığını, fakat kültürel dokudaki etkilerini söküp almanın mümkün olmadığı aşikârdır.
[*] Bu makale, 13–15 Aralık 2007 yılında Konya’da düzenlenen Dünyada Mevlâna İzleri Uluslararası Sempozyumu’nda tebliğ edilen aynı başlıklı bildirinin genişletilmiş halidir.
Kaynaklar
Döner, Ahmet Asaf. 2005. Her Şey Döner. İstanbul: Üçler Matbaacılık.
Arpaguş, Sâfi. 2009. Mevlevîlikte Ma’nevî Eğitim. İstanbul: Vefa Yayınları.
Dâru’l Elhan. 1927. Anadolu Halk Şarkıları, Defter – 5. İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası.
Eroğlu, Cengiz, Babuçoğlu Murat ve Köçer, Mehmet. 2012. Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Halep. Ankara: ORSAM.
Eroğlu, Süreyya. 2006. “Urfa Mevlevihanesi (Tarihçesi, Mimarisi, Restorasyon Öncesi ve Sonrası)”. Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlana Sempozyumu Bildirileri, 689-697. Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
Evliyâ Çelebi. 1970. Evliyâ Çelebi Seyâhâtnâmesi (Çev. Zuhuri Danışman). Cilt V.İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi.
Gölpınarlı, Abdülbâki. 1983. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik. İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri.
Gölpınarlı, Abdülbâki. 2009. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik. İstanbul: İnkılâp Yayınevi.
Karakaş, Mahmut. 2012. Cumhuriyet Öncesi Şanlıurfa’da Kültür ve Eğitim. Konya: Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları.
Kaya, Mahmut. 2015. “Bir şehir Kültürü Olarak Şanlıurfa Sıra Gecesi Geleneği”. 3. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi, 573-584. Şanlıurfa: Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları.
Köprülü, M. Fuat. 1980. Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Kurtoğlu, Mehmet. 2017. “Aşkın ve Melâlin Şairi Yaşar Nezihe (Bükülmez).” ŞURKAV Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Sayı 29: 7-14.
Küçük, Sezai. 2003. Mevlevîliğin Son Yüzyılı. İstanbul: Simurg.
Kürkçüoğlu, A. Cihat. 1996. “Urfa Mevlevîhânesi.” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 2: 303-310.
Macit, Muhsin. 201). “Urfa Sıra Gecelerinde ve Musiki Meclislerinde Okunan Gazellerin İşlevi”. Millî Folklor Dergisi, Sayı 87: 84-93.
Palalı, İlhan. 2007. “Urfa Mevlevihanesi ve Urfa’da Mevlevilik.” Uluslararası Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyumu Bildiriler, cilt. II, 373-379. Şanlıurfa: Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
Şimşekler, Nuri (Prj Yür.). 2012. Günümüze Kadar Ulaşan Mevlevîhâneler, İnceleme – Rapor. Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırmaları Enstitüsü; T.C. Mevlânâ Kalkınma Ajansı.
Tanrıkorur, Barihüda. 2004. “Mevleviyye” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: XXIX, 468-475. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Tanrıkorur, Barihüda. 2012. “Urfa Mevlevîhânesi” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: XLII, 175-177. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Tenik, Ali. 2011. “Tekkeler ve Zaviyeler”, Geçmişten Günümüze Şanlıurfa’da Dini Hayat (ed. Yusuf Ziya Keskin), 195-211. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Taş, Yasin. “19. Yüzyılda Urfa’da Bir Tarikat Şeyhi: Erbilli Elhâc Abdülkâdir Efendi (Ö. 1898)”. Turkish Studies-International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/11 (Fall): 313-328.
Arşiv Belgeleri
Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, zarf no. 50/3 (29 Kânunevvel 1327 tarihi kısa tarihçe hakkında mektup); zarf no. 50/4 (16 Teşrînievvel 1327 tarihli vâridât cetveli); zarf no. 68/44; zarf no. 68/45 (6 Kânunuevvel 1327 tarihli tamir keşfi ve haritası); zarf no. 90’da 12 belge.
Röportajlar
Döner, Ahmet Asaf. Urfa Mevlevîhânesi,Röportaj Yapan: Osman Öksüzoğlu,İstanbul (05 Kasım 2009).
Güzelgöz, Mahmut (Tenekeci). Mesnevi Gazel, Röportaj Yapan: Abdullah Arif İnan (Şanlıurfa 1984).
Notlar
- Ahmet Asaf Döner, dergâhın 1950’li yıllara doğru Belediye tarafından yıkıldığını belirtmektedir. Muhtemelen bu tarih, Ömer Alay’ın Başkanlığın sonlarına doğru yani: 1946’lı yıllara yakın bir tarih olmalıdır.
- 1926 yılı, Dâru’l Elhan derleme çalışmalarında kaynak kişi
- Bazı gazel icracılarının Hüseyni makamına yapılan bu geçkiyi uygulamayıp, eseri tamamen Hicaz makamı içerisinde icra etmişlerdir. Halil Uzungöl’ün her iki şekilde icra örneği mevcuttur.
- Bazı gazelhânların icrasında bu bölümden sonrası için şiir, gazel formundan seçilmiştir.
- Aşağıda yer alan iki ses kayıt örneğinde, gazelhanlar tarafından okunan gazelin son Hicaz bölümü icra edilmemiştir. Mercan Özkan’ın, ileriki bölümlerde yer alan, icra örneğinde bu bölümün icrası mevcuttur.
- Urfa musîki fasıllarında gazel ve hoyratların icrası esnasında (bir kuple okuduktan sonra) sadece enstrümanlarla çalınan kısa saz eserleri yer almaktadır ki, Şanlıurfa mûsikî kültürü içerisinde bunlara Gezinti denir. Mesnevi, Galata, Halep, İbrahimi, Beşiri, Acem, Divan gibi değişik gezinti örnekleri mevcuttur.
- Hafız Halil Uzungöl: 1928 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Urfa Mevlevîhânesinden feyz almış gazelhanlardan Bozan Uzungöl’ün oğludur. İlk hafızlık derslerini, Kurra Mehmet Hafız’dan; makam derslerini de Hacı Nuri Hafız’dan aldı. Çeşitli camilerde müezzinlik ve imamlık yaptı. Usta bir mevlithan, gazelhan ve hoyrat okuyucusu olarak Urfa’da nam saldı. Farsçayı iyi derecede bilen Uzungöl, aynı zamanda iyi bir edebiyatçı olup, gazel tarzında şiirler yazdı. 1992 yılında Şanlıurfa’da vefat etti. Hafız Halil Uzungöl icra ettiği Mesnevi Gazeli babasından öğrenmiştir.
- Tenekeci Mahmut Güzelgöz, 17 Şubat 1919 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Esas mesleği tenekecilik olduğundan Tenekeci Mahmut diye anılmıştır. Usta bir gazelhan, mevlithan ve hoyrat okuyucusu olarak nam saldı. Mûsikî Cemiyeti ve Halk Kütüphanesi’nde açılan kurslarda birçok talebe yetiştirdi. Usta gazelhan Kazancı Bedih Yoluk başta olmak üzere Mehmet Özbek, Abdullah Balak, İbrahim Özkan, Vefik Ataç, Mercan Özkan, Lütfü Emiroğlu, Mehmet Delioğlu, Bakır Karadağlı, Halil Sezgin gibi birçok sanatçı onun engin bilgisinden istifade etti. Urfa mûsikîsi üzerine, Muzaffer Sarısözen, Mehmet Özbek, Yaşar Doruk, Prof. Dr. İlhan Başgöz, Fikret Otyam, Mercan Özkan, Sabri Kürkçüoğlu ve Abuzer Akbıyık tarafından yapılan derleme çalışmalarında kaynak kişi olarak yer aldı. Uzun yıllar tenekecilik yaptıktan sonra Şanlıurfa Halk Kütüphanesi’nde memur olarak göreve başladı ve buradan emekli oldu. 7 Mart 1988 yılında Şanlıurfa’da vefat etti.
- Hamza Şenses’in icra ettiği bu gazel, bazı kimseler tarafından Şenses’in kendi bestesi olarak yorumlanmaktadır. Fakat bu eser bir beste değil, Urfa makam geleneği içerisinde Hicaz makamında okunan bir gazel tarzıdır. Şenses’in de yapmış olduğu kayıt bir Mesnevi gazel örneğidir. Bu gazel tarzına benzer örneklere, Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Hafız Halil Uzungöl, Ahmet Uzungöl gibi icracıların okuyuşlarında rastlamaktayız.
- Hamza Şenses, 1904 yıllında Urfa’da doğdu. Asıl mesleği, Keçeciliktir. Genç yaşında saçı döküldüğü için Kel Hamza lakabıyla tanındı. Doldurduğu plak kayıtlarıyla ünlenmiş ve daha sonra geçimini müzikten sağlamıştır. Bağlama, tambur ve cümbüş çalmasını bilen Hamza Şenses, 1939 yılında geçirmiş olduğu elim bir kaza sonucu genç yaşta hayata veda etmiştir. “Adam Ağladan Oldum, Aşkın Ne Derin Yâreler Açtı Ciğerimde, Diyarbakır Bu Mudur, Kışlalar Doldu Bugün, Nere Gidim Kardaş? Nerem Var? Ne Hoş Olur Mahpushane Havası, Urfa Dağlarında Gezdiğim Çağlar” gibi türkü ve Gazel ve Hoyratlar Hamza Şenses tarafından plaklara okunmuştur. Hamza Şenses tarafından plaklara okunan ve aynı zamanda derlenerek TRT repertuarına kaydedilen 14 eser yer almaktadır.
- Ûdi, bestekâr Özkan, 1948 yılında Urfa’da dünyaya geldi. Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Hafız Şükrü Çadırçı, Halil Uzungöl, Ahmet Uzungöl, Eskici Dede Osman Aydın gibi dönemim ünlü müzisyenlerinden meşk etti. Yükseköğrenimi, Ankara Üniversitesi İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde tamamladı. Bestekârın kayıt altına alınmış dört eseri günümüze ulaşmıştır.
Yorum Bırak