Hazırlayan: Celal Volkan Kaya

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Türkiye’nin gayrimüslim nüfusunun azımsanamayacak bir miktarı Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. Bu nüfus, kendi kültürel birikimleri ile beraber, üst kültür olarak muhtelif derecelerde benimsemiş oldukları Türk kültürü unsurlarını da ABD’ye taşımıştı. ABD’nin belirli merkezlerinde yoğunlaşan Türkiyeli gayrimüslim nüfus, yavaş yavaş kendi alışkanlıklarını yansıtacak kültürel faaliyetlerde de bulunmaya başlamıştı. Özellikle ilk nesiller, kendi dillerinin yanı sıra Türkçe müzik faaliyetinde de bulunuyorlardı. Bu faaliyet, hem Columbia ve His Master’s Voice gibi ana akım firmaların bünyesinde, hem kendi kurdukları plak firmalarında, hem de yine kendi kurdukları gazinolarda birkaç koldan halka sunuluyordu. 1Bu sayede, o dönemlerde ABD’de oldukça az miktarda Türk bulunduğu halde, söz konusu Türk nüfusun üretebileceğinden çok daha fazla Türk müziği ürünü, Türkiye’den göç etmiş olan gayrimüslimlerin aracılığıyla Amerikan piyasasında bulunabiliyordu.

Amerikan toplumunun genelini oldukça sınırlı bir şekilde etkilemiş olmakla beraber ABD’deki Türkiyeli gayrimüslimler arasında oldukça revaçta olan bu etkinlikler, henüz Türkiye müzikoloji çevrelerinin gündemine girmediyse de ABD’de 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu konu hakkında muhtelif yazılı ve görsel-işitsel yayınlar yapılmaktadır. Bu yayınların ağırlığını ise, söz konusu göçmen grupların kurmuş olduğu firmaların çıkardığı plak kayıtlarını içeren CD’ler oluşturmaktadır.

Hikmet Feridun Es (1909 – 1992)

Burada aktarılan yazı, Türk gazeteciliğinin ilgi çekici bir siması olan Hikmet Feridun Es’e (1909-1992) ait. 1926 yılında gazeteciliğe başlayan Es, özellikle 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Akşam gazetesinde ve bazı dergilerde yayımladığı röportajlarla tanındıktan sonra, ileriki yıllarda savaş muhabirliği ve seyahat muhabirliği ile geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmiştir. Es, o dönem İstanbul’unun önde gelen simalarıyla olduğu kadar, alışıldık basın-yayın faaliyetlerinin içinde pek de yer almayacak, daha kıyıda köşede kalmış fakat ilgi çekici yönleri bulunan kişilerle yaptığı röportajlarla Türkiye’nin ve özellikle de İstanbul’un yakın tarihi için canlı belgeler bırakmıştır. Es, röportajların yanı sıra, kaleme aldığı kısa köşe yazılarıyla da bu tarz konuları kendine has bakış açısıyla işlemiştir.

Hikmet Feridun Es’in bu yazısı, yazarın 1938 yılında yaptığı bir Amerika Birleşik Devletleri gezisi üzerine kaleme alınmıştır. Es, New York’ta bir tesadüf üzerine tanık olduğu “Türkiyeli gayrimüslim göçmenlerin ABD’deki müzik yayınları”nı bir gazeteci bakışıyla, ilginç bir olayı aktarmış olmak üzere okuyucularına sunarken, Türk müzikolojisi açısından da bu konunun en erken Türkçe belgesini yazıya dökmüş oluyor.

* * *

Tekrar New York’a döndüğümüzün ilk gecesi idi. Otelin barı çok gürültülü olduğu için sigara içmeye mahsus salonunda oturuyordum. Radyo çalıyordu.

Bir aralık, radyoda güzel bir ses Türkçe şu cümleleri söylemez mi:

– New York Radyosu… W.B.N.X. İstasyonu… 1350 K.C… Muhterem dinleyiciler size şimdi Türkçe neşriyat dinleteceğiz…

O kadar şaşırmıştım ve o kadar memnun olmuştum ki hayran hayran radyoya bakıyordum. Bu esnada aynı ses bu sefer İngilizce olarak W.B.N.X. İstasyonu’ndan Türkçe şarkılar dinlettirileceğini söyledi. Sigara salonundaki Amerikalılar:

– Türkçe şarkı, Türkçe şarkı… diye radyo makinesine yakın olan koltuklara yerleştiler. Evvela Bayan Eftalya Denizkızı’nın şarkılarını dinledik. Amerikalılar hayran kalmışlardı. Genç bir karı koca:

– Ne güzel, ne güzel… Ne oynak… diyorlardı.

Bundan sonra Osman Pehlivan’ın yanık halk şarkıları başladı. Aynı karı koca tekrar:

– Ne yanık, ne güzel… diyorlardı.

Musiki kısmı epey sürdükten sonra bitti. Bu sefer radyodaki spiker Türkçe ve İngilizce olarak Türkiye ve Balkan havadislerini verdi. O sıralarda yapılan Balkan Konferansı’nın ehemmiyetinden uzun uzun bahsettikten sonra:

– Türkiye sulh için çalışıyor, Türkiye sulhun daimi bekçisi olacaktır. Yunanistan bu gayede Türkiye’nin daima yanı başındadır… dedi.

Gazetecilik damarlarım kabarmıştı. New York’un en büyük radyo merkezi olan W.B.N.X. İstasyonu’nda Türkçe neşriyat yapan bu zatı mutlaka görmek istiyordum.

Otel garsonlarından birine sordum:

– Bu şimdi radyoda konuşan spikerin kim olduğunu biliyor musunuz?

Güldü:

– Bilmez olur muyum, dedi, Amerika’da iyi spikerler sinema yıldızları kadar meşhurdur. Bu da en iyi spikerlerden biri, meşhur Prodromidis… Kendisi Konyalı imiş…

Otelden çıktım. Türkçe neşriyat bitmeden evvel radyo istasyonuna yetişmek, bu Bay Prodromidis’le görüşmek istiyordum. Bir taksiye atlayıp radyo istasyonuna geldim. Vaktinde yetişmiştim. Bay Prodromidis Türkçe neşriyatı bitirmiş, radyodan çıkıyordu. Kendisiyle görüşecek bir Amerikalı gazeteci daha vardı. Amerikalı meslektaşım bana onun için:

– Amerika’nın en tatlı konuşan spikerlerinden biri, demişti.

Yazının orijinal yayınında yer alan Bay Prodromidis’e ait fotoğraf.

Bay Prodromidis’in yanına yaklaşıp Türkçe olarak Türkiye’den geldiğimi, gazeteci olduğumu söyleyince ellerime sarıldı. Artık Konyalı spiker kendisini bekleyen Amerikalı gazeteciyi unutmuştu. Amerikalı meslektaş birkaç sual sorup yanımızdan ayrıldıktan sonra Bay Prodromidis beni radyonun müdürlük odasına götürdü:

– Hele şükür… dedi, şimdi uzun uzun konuşuruz. Burada epeyce Türkiyeli var ama, memleketten yeni gelenleri görmek mümkün olmuyor. Buradaki Türklerden en yenisi yirmi sene evvel memleketten gelmiş. Siz şimdi denizden çıkmış taze balığa benziyorsunuz.

Bu garip teşbihe gülümsemekle beraber suallerime başladım:

– Konyalısınız demek ki?

– Evet… Konya’da doğdum. Babam büyük Prodromidis orada mektep müdürü idi. Konya’da Fuat Bey Değirmeni’nin karşısında otururduk. Ben sekiz yaşında memleketten çıkıp buraya geldim. Fakat Türkçenin bir kelimesini bile unutmamak için her zaman çalıştım. Hâlâ da Şemseddin Sami’nin lügati, öteki lügat kitapları yazıhanemdedir. Bir kelimeyi unutacağım diye ödüm patlar. Babam buraya sırf bizi okutmak için gelmiştir. Sonra birçok vakalar çıktı. Memlekete, ne yazık ki, dönemedik. Hayata atıldıktan sonra burada gramofon ve plak sanayiine başladık. Yalnız Türkçe ve Rumca plaklar çıkarıyoruz. İşimizden son derece memnunuz. Amerikalıların Türkçe plaklara ne derecede meftun olduklarını tasavvur edemezsiniz. Bir yandan gramofon, plak sanayiile meşgul olurken bir taraftan da ben radyoda spikerlik ediyordum. Nihayet benim teklifim üzerine radyo istasyonu haftada iki gece, pazar ve perşembe akşamları yarımşar saat Türkçe, haftada iki gece de Yunanca neşriyat yapmamı kabul ettiler. Biz de çalışıp gidiyoruz.

– Amerikalılar ne gibi şarkılarımızı seviyorlar?

– Oynak şarkılara bayılıyorlar. Bilhassa karşılıklı iki ses tarafından söylenen şarkılara… Şimdi buraya “Ben esmeri fındıkla bademle beslerim” şarkısını getirttim. Onu da beğeniyorlar. Yalnız gazelleri hiç sevmiyorlar.

– Bizden kimlerin seslerini beğeniyorlar?

– Denizkızı ile Bayan Bedriye’nin… Hâlbuki Amerikalılar kadın seslerini hiç sevmezler. Biz radyoda vakit doldurmak için erkek sesleri arasına kadın sesi sıkıştırırız. Çünkü onlar hep erkek seslerini severler. Buna mukabil bu iki bayanın seslerine Amerikalılar hayrandır. Fakat Amerikalıların en çok beğendikleri şey lisanın güzelliğidir. Türkçenin musiki gibi konuşulmasına hayran oluyorlar.

– Ne zamandan beri Türkçe neşriyat yapıyorsunuz?

– Beş seneden beri bir gün aksatmadan…

Bu sırada Bay Prodromidis yazıhanesinin gözünden dört beş tomar mektup çıkararak bana gösterdi:

– Bu mektupları görüyor musunuz? Bunları bugün aldık. Hepsi de Amerikalılardan… Size gelişigüzel bir tanesini açıp okuyayım…

Bay Prodromidis tomardan bir mektup çekerek açtı, okudu. Mektupta aynen şu cümle vardı:

– “Dağda buldum bir yonca” adlı şarkıyı gelecek neşriyatınızda bir kere daha çalmanızı pek rica ederim…

Mektup, Amerika’nın meşhur bir üniversitesinin bir profesöründen geliyordu.

Bay Prodromidis devam etti:

– Görüyorsunuz ya… Türkçe şarkının ismini bile ezberlemiş… Radyoda çaldığımız bir plaktan ertesi günü muhakkak binlerce satarız.

Konyalı spiker benden, şarkıdan maada Türkçe yapacağı söz neşriyatı için bazı malumat istedi. Derhal aklıma geldi:

– Türkiye’ye dair havadisleri İngilizce ve Türkçe olarak söylüyorsunuz. Bari bu Türkçe neşriyatta Cumhuriyet bayramlarından, millî Türk bayramlarından da bahsediniz.

Bay Prodromidis:

– Aman, dedi, ben de sizden bunu rica edecektim. Bana bütün millî bayramların tarihlerini yazınız. O günlerde radyoda bunları Türkçe ve İngilizce olarak söyleyeyim.

Oturdum, Bay Prodromidis için başta Cumhuriyet Bayramı olmak üzere, bütün millî bayramların tarihlerini yazdım. Artık pek memnun oldu.

– Biz memleketten uzağız, el birliği ile şu Türkçe neşriyatı ilerletelim, diyordu.

Hakikaten kendisinin de yerden göğe kadar hakkı vardı. Her ne hikmetse bizde propaganda denilince aklıma Avrupa’da yapılacak propaganda gelir. Hâlbuki Amerika’ya nazaran Avrupa bizi nispeten tanır. Amerika ise Türkiye’yi hiç tanımaz. Sonra Avrupa, birkaç memleket hariç, propagandaya karşı bütün kapılarını kapamıştır. Hâlbuki Amerika ise bütün kapılarını propagandaya karşı açmıştır. Her memleket Amerika’da aklımıza gelmeyecek propagandalar yapar. Sonra Amerika’da bizim aleyhimizde de yapılan müthiş bir propaganda vardır. Bu vaziyet karşısında propaganda cihetinden niçin Amerika’yı ihmal ediyoruz? Orada herkes kendi propagandasını yaparken, hatta bazıları bizim aleyhimize söylerken biz niçin sesimizi çıkarmıyoruz? Bu radyo istasyonu ve Türkçe neşriyat bizim için bulunmaz bir fırsattır. Bununla Matbuat Umum Müdürlüğü’müz yakından alakadar olmalıdır. Bu istasyona her zaman bültenler, havadisler ve plaklar göndermelidir.

Yanından ayrılırken Bay Prodromidis bana rica ediyordu:

– Bana havadisler, İstanbul ve memleket hayatına dair mektuplar, plak katalogları göndermeni rica ederim.

Hikmet Feridun Es

Akşam

5 Temmuz 1938

* * *

 

Türkiye’den ABD’ye göçen gayrimüslimlerin müzik kayıtlarından üç örnek 2:

Olmaz Ilach / Marko Melkon. New York City, 1942-1958.

Don’t Let Me Be Lost To You B​-​Sides: Albanian, Armenian, Greek, Jewish & Turkish Music from the Me Re, Balkan, Metropolitan & Kaliphon labels isimli dijital albümde yeniden yayımlanmıştır.

 

Columbia 71001-F, Diarbekir Divan / Shmon Arslan, Stephan Simonian & Co.: violin, cymbal, dumbeg, New York City, ca November 1927.

To What Strange Place: The Music of the Ottoman​-​American Diaspora, 1916​-​1929 isimli albümde yeniden yayımlanmıştır.

 

Victor 69178, Dayanilmior Daktor: Neva Canto / Karekin Proodian, Zither: Eff Morene, Violin: Kemany Minas, Flute: Hagop, New York City, 12/06/1916.

To What Strange Place B​-​Sides: more songs of the Ottoman​-​American diaspora, 1909​-​29 isimli dijital albümde yeniden yayımlanmıştır.

 

  1. Bu müzik faaliyetinin plak kataloglarına yansımış olan kısmı için Richard K. Spottswood’un hazırladığı Ethnic Music on Records (University of Illinois Press, 1990) adlı katalogun 5. cildi incelenebilir.
  2. Kayıtların künye bilgileri, ABD’de yayımlandığı imlalarıyla aktarılmıştır.