Bir nehir üzerine yazmak, o nehrin suları üzerine yansımış bin yıllık gölgelerin izini sürmek ile eşdeğer olmalı kanımca. Hele ki bu nehir sularının aksinde nice sevdayı, savaşı, mahzunluğu ve sevinci saklayan Tuna ise durum iyice farklı olmalı. Zira Claudio Magris, Kemal Altınkaya ve Kıymetli Üstadem Eugenia Popescu Judetz gibi pek çok araştırmacı ve yazar Tuna’ya düşen gölgelerin izini sürerken aynı zamanda Tuna boyunda inşa edilebilmiş bir “mitik zamanın”, bir “yaşam ütopyasının” da peşinde olmamışlar mıdır? Aslında tüm bu düş gezginleri söz konusu mitik zamanının ipuçlarını Tuna kıyısındaki dalgalara sinmiş seslerde, yüzlerde, fısıltılarda, şiirlerde, ezgi ve danslarda aramak bilgeliğini göstermekle hatıralara dayalı bir gelecek tasavvurunun da yolunu işaret etmiş olmalılar. Ve eminim ki bu gelecek tasavvurunun her anında Tuna boyundaki kültürler arası etkileşime dayalı bir ortak yaşam tahayyülü yer almaktadır. Judetz’in Adakale’ye, Dobruca’ya dair çocukluk anıları, Kemal Altınkaya’nın muhayyilesindeki “şairler diyarı” Üsküp ve Magris’in düşlerindeki “Nazlı Budin” hep bu tahayyülün düşsel parçaları gibidir.
Kanımca Eugenia Popescu Judetz’in özellikle XVII. Yüzyıl sonrası Türk Müziği teorisi, kültürü ve Osmanlı müzik gelenekleri ile ilgisi ve bu alanda geliştirdiği istisnai uzmanlığın altında, çocukluk anılarının zihnine kadim Balkan kültürünün çok önemli bir rengi olarak kazıdığı “Türk kültürü” gelmektedir. Bu yüzden Judetz’in ana araştırma alanı Balkanlar’daki Osmanlı müzik tarihinden, Osmanlı’nın oluşturduğu kültürel etkileşim ikliminin tüm bileşenlerine doğru açılmıştır. Bu açılım içine, Kantemiroğlu’nu, Tanburi Küçük Artin’i, Mustafa Kevseri Efendi’yi ve Halaçoğlu’nu da alarak, adeta Osmanlı kültürünün medeniyet ufkuna dair de önemli bir izdüşümü okuyuculara paylaşabilmiştir.
Judetz, eşsiz hafızası ve kaynakça bilgisi, sınırsız sabrı, titizliği, yüksek empati yeteneği ve örnek alınacak çalışkanlığı ile ürettiği görkemli âsar ile sadece benliğimize dair bir hafıza tazelemesi için bizlere destek olmakla kalmamış, aynı zamanda-benim de içlerinde bulunmaktan şeref duyduğum-pek çok araştırmacıya cömertçe ve samimiyetle destek olmuş, yol açmıştır.
Değerli Hocam’ı rahmetle, saygıyla anar, her yazdığım yazının, her icra ettiğim notanın bir yerlerinde O’nun “gülüşünün” bana eşlik ettiğine dair güçlü inancı “mücevher” gibi kalbimde saklamayı bir borç bilirim.
Yorum Bırak