Bu yıl 46.sı düzenlenen ve “aile bağları” temasıyla seyircisiyle buluşan İKSV Müzik Festivali kapsamındaki, Hakan Güngör’ün şefliğini üstlendiği İstanbul’un Ezgileri (Melodies of İstanbul) konseri, festivaldeki sayılı makam müziği konserlerinden biri olma özelliğini taşımaktaydı. Festivalin aile bağları teması, bu konserde, İstanbul çatısının çağlar boyunca barındırdığı farklı kültürlerden ezgiler etrafında yapılandırılmak istenmiş. Yüzyıllardır İstanbul’da yaşamış farklı kültürler büyük bir aile olarak tanımlanırken, konser alanı olarak Kapalıçarşı’nın seçilmesi, bu geniş ailenin sahip olduğu muazzam özelliklerden biri olan tarihi dokusunu yansıtan bir nitelik gösterdi. Kurulduğu zamandan beri İstanbul’da alışverişin ve dolayısıyla ticaretin mihenk taşlarından biri olan Kapalıçarşı’da, turist kafilelerinin ve pazarlık seslerinin yerini, bu sefer Bulgar, Makedon, Suriye, Ermeni, Gürcü, Süryani melodilerinden Seferad şarkılarına kadar geniş bir yelpazede seyreden çeşitli müzik kültürlerinin ezgileri aldı. Program notlarında da aktarıldığı haliyle yazarsak, yüzyıllardır olduğu gibi, İstanbul coğrafyasında yolları kesişen kültürler, sahip oldukları bu müzik mirasını kutlamak üzere, 555 yıllık Kapalıçarşı’da “İstanbul’un Ezgileri’yle” buluşuyor. 1 Bu anlamlı kesişmeler sebebiyle, Kapalıçarşı’nın bildiğimiz gündelik hareketliliği ve gürültüsünden farklı bir şekilde, kapalı dükkânlarının arasında şehrin tarihi dokusuyla bütünleşen güzel bir müzik dinleme deneyimine sahip olduk. Kapalıçarşı esnafının ve gezginlerinin dinlenmede olduğu bir Pazar gününde, kapalı dükkânların arasından yürürken, vitrinlerin en sakin hallerinden birine şahit olarak, önce konuşma sonrasında da konser alanına doğru ilerledik.
Konser öncesinde, organizasyonun tarihi dokusunu bilgi paylaşımı yoluyla pekiştiren “Tarihi ve Kültürel Altyapıların Eşliğinde İstanbul ve Musiki” adlı konuşmayı, İncilâ Bertuğ’un interaktif anlatımından dinledik. Konser alanından daha ufak bir alanda gerçekleşen bu konuşmada; 13. Yüzyılda Latin istilası ve Bizans döneminden itibaren doğu-batı köprüsü özelliği taşımasıyla zenginleşen kültürel birikiminden, 20. Yüzyılda İncilâ Bertuğ’un ilk defa Mesud Cemil’den duyduğu “İstanbul Müziği” adlandırılmasına kadar geçen süre içerisinde, İstanbul’un sahip olduğu kültürel değerler müzik alanında ün yapmış önemli isimlerin rehberliğinde anlatıldı. Konuşma sonrasında dinleyiciler konser için düzenlenen geniş alana yönlendirildi ve Kapalıçarşı’nın alışık olduğu hareketli gezginlerin yerini, tüm koridor boyunca dizilmiş sandalyelerde konumlandırılmış dinleyici kalabalığı aldı.
Konser arasız 95 dakika sürdü ve program ney, Bulgar ve Suriye kavalı, duduk taksimleri gibi enstrümantal müzikle başlayıp, Ferran Savall’in yorumladığı İbranice ninni ile sona erdi. Kanun, perküsyon, ud, ney, kaval soloları gibi doğaçlama bölümlerinin ve Kudsi Erguner, Yurdal Tokcan, Çağ Erçağ gibi günümüzün önemli bestecilerinin enstrümantal eserlerinin yanı sıra, klasik müzik repertuarımızda hatırı sayılır bir yer edinmiş Çârgâh Sirto, Çeçen Kızı veya Yunan versiyonu adıyla “Ta Xyla” ve Tanburi Mustafa Çavuş’un “Dök Zülfünü Meydane Gel” eserleri yer aldı. Klasik repertuarımıza yerleşmiş bu eserlerin konserde yer alması heyecan verici olsa da, icrasındaki yorumlanma stili üzerinde düşünmek gerekli olabilir. Melodinin armoni ve ritimden daha bir büyük öneme sahip olduğu klasik müzik repertuarımızdan seçilen bu eserlerde, birlikte icra edildiği enstrümanların tını güzelliklerinden ziyade ritimsel hareketliliğin ön planda olduğu bir düzenleme dinledik. Düzenlemeden kaynaklanan bu yorum, eserlerin sahip olduğu melodik zenginliğin dinleyiciye aktarımında törpüleyici bir etki oluşturmuş olabilir. Bu sebeple, ritim ve enstrümantal tını dengesinin klasik repertuardan seçilen bu eserlerdeki düzenlemesinin tartışmalı olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Klasik Batı müziğinden seçilen Johann Sebastian Bach’ın Air eserinde ise duduk ve çello taksimleriyle başlayan, ana melodinin ağırlıklı olarak çello tarafından icra edildiği bir düzenleme dinledik. Eserin başında çello ve duduk taksimleriyle temsil edilen Batı ve Doğu kültürlerinin dengeli konuşmasını, çellonun ana melodiyi çalmasından sonra aralarda ona makamsal ezgilerle cevap veren keman sesleriyle de dinlemeye devam ettik.
Kudsi Erguner’in “Baburname”, Yurdal Tokcan’ın “Gürcü Kızı” ve Çağ Erçağ’ın “Kadim Çağ” adlı eserlerini dinlerken, bestecilerin icradan önce veya sonra bestelerinin onlar için önemini anlatmalarına dair beklenti dinleyicilerin kaçında oluşmuştur bilinmez ama böyle bir sunumun seyirci zihninde daha kalıcı bir etki bırakacağını öngörmek mümkün. Konser Ferran Savall’ın yorumuyla, İstanbul kültürüne katılımı 15. yüzyıla uzanan Seferad ezgilerinden “Etoiles du ciel” şarkısı ve “Numi numi” adlı İbranice ninniyle sona erdi.
Geniş enstrüman yelpazesi, çeşitli müzik kültürlerinin ezgisel aktarımında etkin bir role sahip olsa da, eserlerin yorumlanması ve düzenlenmesi üzerine daha fazla düşünülmesi üslûp çeşitliliğini arttırmak adına yapıcı bir hamle olabilir. Festival genelinde oldukça az sayıda yer alan makam müziği konserlerinden biri olan ve bu alandaki önemli müzisyenlerin performanslarıyla gerçekleştirilen bu konserin, makam müziğinde doğaçlamaya daha fazla yer ayrılmasıyla repertuarın zenginleştirildiği nice konserlere kapı aralamasını ve farklı yorumlarla çeşitlendirilmesini temenni ediyoruz.
Yorum Bırak