Tercüme: Bâkî Enis Balakbabalar

[Mes’ud Cemil Bey’in 1948 senesinde Ankara’da düzenlenen İngiliz-Türk Müzik Festivali için İngilizce olarak kaleme aldığı ve Taha Toros Arşivinden çıkartılan “A Short History of Turkish Music” başlıklı bu metnin tercümesinde, Mes’ud Cemil’in müellifi olduğu, Uğur Derman’ın neşre hazırladığı, Kubbealtı Neşriyatı’nca 2011 senesinde basılan “Tanbūrî Cemil’in Hayâtı” kitabındaki imlâ, telâffuz ve kelime tercihleri dikkate alınmıştır.]

 

Nisan 1948

Akustik san’atların herhangi bir şûbesini kelimelerle îzāh ve târîf etmek imkânsızlığının idrâkinde olsam da; iki asīl İngiliz Hanımefendisinin telkīnlerinin verdiği cesâret ve ilhâm ile bu makāleyi kaleme almağa cür’et edebildim.

Mevzū’-ı bahs bu iki İngiliz Hanımefendisi, aynı zamânda Türkiye’de vazīfeli iki büyükelçinin zevceleri olurlar. Zevclerinin vazîfeleri cihetiyle ilki 1717 senesinde Istanbul’da, ikincisi ise 1948 senesinde Ankara’da bulunmuşdur: Leydi Montague1 ve Leydi Kelly2. Şark Mektûbları (Eastern Letters3) adlı kitabıyla cihanşümûl bir şöhrete erişen Leydi Montague; kitabındaki 18 Nisan 1717 târîhli Edirne’de ikâmet ederken kaleme aldığı otuz üçüncü mektûbunda, ahbâbı bir kontese4 Türk mūsikīsi hakkında şunları yazıyor:

“Efendim muhakkak Türk mūsikīsinin kulağı râhatsız etdiğini okumuşsunuzdur. Fakat, bunu yazanlar yalnızca sokakda icrâ edilen mūsikīyi dinlemişlerdir. Bu vaziyet, bir ecnebînin yalnızca Londra sokaklarında icrâ edilen mūsikīyi dinleyerek İngiliz mūsikīsi hakkında hüküm vermesine benzer. Sizi te’mîn ederim ki, bu memleketdeki mūsikī pek fevkalâde…”

Bu târîhden tam 230 sene sonra 1947 senesinde, yine bir bahâr akşamı, Büyük Britanya Büyükelçisi ve Zevcesi Leydi Kelly; Ankara Radyo’sunu teşrîfleri esnâsında, şefliğini bizzât benim yapdığım Türk mūsikīsi icrâsını dinleme nezâketini gösterdiler. İcrânın hitâmıyle birlikde stüdyodan ayrılmak üzereyken, kendilerini Türk mūsikīsi icrâsının hemen akabinde neşredilecek olan orkestra müziğini de dinlemeğe dâvet etdim. Leydi Kelly, her zamânki hoşsohbet, nekre ve hazırcevab tavrıyle, çokdan stüdyoya girmiş, sâzlarını akord eden müzisyenleri işâret ederek:

“Kat’iyyen olmaz efendim! Zîra bu lezîz ve zarîf mūsikīden hâsıl olan intibâ’ımın bu kaba enstrümanlar tarafından ziyân edilmesine gönlüm rāzı değil.” diye cevab verdi.

İki yüz sene evvel yazılmış Şark Mektûbları kitabındaki satırlar ve arzetdiğim bu tâze tecrübem ve şimdi de Ankara’da tertîb edilecek olan İngiliz-Türk Müzik Festivali için bendenize bahşedilmiş Türk mūsikīsi hakkında birkaç kelime yazma imkânı: Benim için bu üç kaydadeğer hādisenin münâsib bir şekilde râbıtalandırılması mümkündür. İsimlerini yukarıda zikretdiğim mütehassis rūhlu hanımefendileri tenzīh etmek kaydiyle; “Türk Mūsikīsi”, sathî ve popüler telâkkīde, artmış ikilinin [augmented second] birçok ses aralığını hâvi, teksesli ve melânkolik bir mūsikī addedilmekde. Buna bir de, umûmiyetle temcid pilâvı gibi sürülen, Türk mūsikīsinde çeyrek seslerin olduğu ve ne sebebdendir bilinmez bunun bir tuhaflık olduğu intibâ’ı ilâve edilir. Esâsında, erbâbına sorarsanız, Türk mūsikīsi artmış ikiliden çok daha fazla mikdarda kendine hās ses aralıklarına sāhib bir mūsikī ve dahası bu artmış ikili Avrupalıların kullandığı sert ve kulağı tırmalayan ses aralığı değil, pestleri ve tizlerinden ileri gelen perde anlayışının yumuşatdığı ve lezîzleşdirdiği çeşididir. Bu mūsikīnin en şâyân-ı dikkat husūsiyeti teksesli oluşudur. Bu husūsiyeti o kadar kendine hāsdır ki; bu mūsikīyi tekseslilik çerçevesinden çıkardığınız vakit, bütün orijinalliğini ve câzibesini kaybeder. Bu şartlar altında, Türk mūsikīsindeki teksesliliğin bir kusūr olarak düşünülmemesi lâzım gelir. Bugün dünyâda; teksesli mūsikīnin harmoni ve kontrpuan’dan mahrûm olmasına rağmen, müteaddid [çok sayıda] çoksesli mūsikī örneğinden daha güzel teksesli mūsikī örneklerinin vâr olduğu gerçeği bizlere gösteriyor ki; teksesli ve çoksesli mūsikīlerin mukāyesesinde kat’î kâidelerin te’sîsi bir haylı tehlike arzeder.

Türk mūsikīsinin melânkolik olduğu münâkaşası ise, insanların anlamadıkları şeyleri evvelâ sakîl, daha sonra müz’ic [bunaltıcı] olarak addetme huylarından kaynaklanmakdadır. Öte yandan, çeyrek seslerle alâkalı meşhûr mes’ele ise tamâmen farklı bir bahisdir; çünkü Türk mūsikīsinin ses sistemine göre bir oktav 24 adet nâmüsâvî [eşit olmayan] ses aralığına ayrılır. Nisbetleri aşağıda verilmiştir:

 

Tam Ses (Full tone)                                    = 9/8

Yarım Ses (Half tone)                                = 10/9

Büyük Yarım Ses (Apotome)                   = 16/15

Küçük Yarım Ses (Limma)                       = 25/24

Ditonik koma (Pythagorean comma)   = 531441/524288

 

Görüleceği üzre, karşımızda çeyrek seslerden ziyâde, daha girift ve câlib-i dikkat ses aralıkları ve bu ses aralıklarından mülhem çok çeşidli ve rengârenk makamlar bulunmakdadır. Bütün bu ses sistemi mes’elesini bu makālede incelemeğe teşebbüs etmeyeceğim. Gâyem, Türk mūsikīsi hakkındaki sathî ve popüler fikirler üzerinde yalnızca genel bir tashīh yapmakdan ibâretdir.

Herhangi bir mūsikī nev’ini öğrenmenin en iyi yolu, hakkında yazılmış nazariyeleri tahlîl ve tahkīkden ziyâde, o mūsikīnin tahsīline mesâî ayırma ve o mūsikīnin asârının, zarûri metod ve teknikler ile şerāit-ı icrâiyyesini tatbīkden geçer. Cümleye malûmdur ki; her nazariye bir tatbīkden hâsıl olmuşdur ve tatbīke dayanmayan nazariye kıymet-i harbiyesi olmayan bir merakdan öteye geçemez. Bu durumda kişinin mutlakā, Türk mūsikīsinin bütün bir târîh sathındaki terakkīsini tahkīki ve bu müziğin izlerinin keşfini müteakip fiiliyatda icrâ edildiğinde de nasıl tezāhür etdiğini müşâhede etmesi lâzım gelir.

Şu mühim hakīkat unutulmamalıdır ki; mūsikīnin menşei mechûldür. Zîra mūsikī, herhangi bir şahsa âid bir keşif veyâhud münferit bir îcâd değildir. Hayâtın ta kendisinden ihdâs olunmuş bir kuvvedir ve şübhesiz ki târîh kitablarının ihtivâ etdiği zamânlardan pekçok eskisinde de mevcûd idi. Mūsikīnin menşei, bütün nazariyelerden daha fâideli ve vâzıh bulunması hasebiyle ekseriyâ kadîm esâtīrde haşrolunmuşdur. Bu husūsda müsbet ilimlerin bizlere bahşetdiği mâlûmât ise mâzînin karanlık mecrâlarında ilerlemeğe gayret nisbetinde daha da azalmakda. Gûyâ seslerin evsâfını nakletmesi gereken nota yazımı; hem ihtiyâca iktifâ etmekden âciz hem de duhûlü i’tibâriyle geometrik şekillerin [solid figures] veyâ heykel, rölyef gibi katı tasvirlerin veyâhud kelimelerin mânâsını nakleden yazının îcâdından pekçok sonradır. Evvel zamân mūsikīsi hakkında mâlûmâtımız; ehven-i şerr de olsa, hikâyeler ve menkîbelerde yer alan atıflar, eski resimler, yazılı neşriyat, gravürler, tasvirler, târifler ve son olarak da yapılmış nazarî münâzaralar ile mahdūddur. Saydığımız bu kaynaklardan en mühim olanı kadîm enstrümanların tasvirleri, hattâ enstrümanların kendileridir.

Günümüz medenî mūsikī kültürünün Asya’dan neş’et etdiği müesses bir fikir olmasına rağmen, bu kültürün girift terkîbi ile alâkalı bir haylı sayıda yanlış anlaşılma ile karşılaşmak mümkündür. Çünkü dünyâ coğrafyasını teşkîl eden ana kıt’aların irtibat noktası olan bu coğrafyada, halkların asırlar boyunca kaynaşmasından mütevellit mürekkeb bir kültürden bahsediyoruz. Fakat aynı zamânda ilerleyen târîh mâlûmâtımız da işâret ediyor ki; bu kültür çok kadîm zamânlardan bu yana; batıda kıt’a Avrupa’sına, güneyde Hind Okyanusu ve Çin Denizi’ne, doğuda Pasifik Adaları yoluyla Kuzey Amerika’ya ve o zamânki ismiyle Behring coğrafyasına, güneybatıda Mezopotamya, Küçük Asya [Anadolu], Rumeli [Balkanlar], Suriye, Arap memleketleri, Kuzey Afrika ve Kafkasya, Karadeniz ve Karpatya yoluyla daha da güneye olmak sûretiyle bütün dünyâya yayılmışdır. Bu yayılmanın netîcesinde, hicret eden halklar gitdikleri her yerde kendi örf ve âdetleri ve îtikadlarından, “hülâsâ kültürleri”nden izler bırakmışlar; buna mukābil, vardıkları memleketlerdeki diğer ırklara mensūb halkların coğrâfî, târîhî ve kültürel evsâfının da te’sîri altında kalmışlardır. Hattâ bâzı durumlarda bu te’sîr o kadar şiddetli cereyân etmişdir ki; muhacirlerin, vardıkları coğrafyanın şerāitine tamâmiyle riâyet etmiş oldukları ve kendi öz benliklerinin büyük bir kısmını hattâ tamâmını kaybetdikleri de vâkī’dır. Nitekim, dünyâ coğrafyasının büyük bir kısmında Türklerin en kadîm atalarının meydana getirdiği âsâr, daha kadîm kültürler ve medeniyetler ve onların meydana getirdiği âsâr ile karışmış hattâ tamamiyle imtizâc etmişdir. Yani, hemen hemen bilinen her kültürde bâzan sâf, bâzan memzûc bir hâlde Türklerin izleri bulunur. Asya’daki kültürlerin, Hıristiyanlığın evveli ve sonrası zamân zarfında kadîm Akdeniz medeniyetleri üzerindeki te’sîri pek muazzam ve çok mühimdir. Türkler, mūsikīleri vâsıtasiyle ne derece Akdeniz medeniyetlerine te’sîr etmişlerdir?

  1. Antropoloji [Beşeriyat-İnsanbilim], Etnoloji [Irkbilim-Budunbilim], Filoloji [Dilbilim], Organoloji [Enstrümanbilim-Sazbilim] alanlarında dünyâca mâruf ilimadamlarının tahkīkatleri, Garb’ın modern orkestralarında kullanılan sazların menşei olarak yalnızca Orta Asya coğrafyasını işâret ediyor.
  2. Bugün Asya’nın çeşitli bölgelerinde ve Rusya’da yaşayan Türklerin mūsikīsi hâlen pentatonik sistemi istîmâl etmekdedir. Kadîm medeniyetlerin mūsikīsi hakkındaki mâlûmâtımız bütün milletlerin bir vakit pentatonik sistemi kullandığını ve bu sistemin o coğrafyaya ecnebîler tarafından getirildiğini gösteriyor. Yakın zamânda yapılmış ilmî tahkīkatler, Asya coğrafyasına mahsūs pentatonizmin izlerini taşıyan elhânın varlığına delâlet ediyor.
  3. Hem Asya’da neş’et eden Türk medeniyetleri, hem de Hititler gibi Yakındoğu [Bugünkü Ortadoğu] medeniyetleri çok yüksek seviyede bir mūsikī kültürüne sâhibdir ve Sümerlerin mūsikīye içtimâî hayatta çok ehemmiyet verdiği de bizce mâlumdur.
  4. Günümüzün gelişmiş Garb mūsikīsinin temelini teşkîl eden dînî monodik [tek bir hânendenin seslendirdiği] mūsikī; Hıristiyanlığın ilk zamânlarında Küçük Asya [Anadolu]’dan Roma’ya göç etmiş, sonraları Gregoryen Kilise mūsikīsine intibākı gerçekleşmiş ve nihâyetinde de çoksesli [polifonik] mūsikīye inkılâb etmişdir.
  5. O târîhlerde henüz yeni neşv ü nemā bulan [henüz filizlenen] Arab medeniyetlerinin yayılması esnâsında İslâm dînini benimseyen Türkler, mūsikīlerini Arab ve Acemler’den çok daha yüksek bir seviyeye çıkarmış ve nitekim monodik mūsikīlerini bilinen en yüksek perdeye [pitch] taşımışlardır.

Fakat maalesef, sâf veyâ melez olsun, târîh boyunca muhtelif Türk medeniyetlerinde icrâ edilen mūsikīnin nasıl seslendirildiği mâlûmâtına vâkıf değiliz. Selçuklu Türkleri zamânında icrâ edilen mūsikīyi dahi bilmiyoruz; bildiğimiz Selçuklu Türklerinin mūsikīye pek çok ehemmiyet atfetdiği ve hattâ Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu tebrîk için Osmanlı ricâline Tabl ve Alem isminde enstrümanlar hediye etdikleridir. Türk mūsikīsine dâir ilk vesîkalar 1400’lü târîhlere kadar gider iken, mukayyed ilk notalar ancak 1700’lerden sonra yazılmışdır. 24 perdeli terkîb, Türklerin İslâm kültür dünyâsına duhûlünden sonra keşfedilebilmiş, bu terkîbe dâir ilk nazarî çalışma; 1400 senesinde neşredilmiş bir ansiklopedik eserde, Oruç Gazi Oğlu Bedr-i Dilşâd5 tarafından kaleme alınmış “Muratnâme” başlıklı çalışmadır. Bu çalışma Topkapı Kütübhânesi ve Hüseyin Sâdeddin Arel’in husūsî kütübhânesinde bulunmakdadır. Şu hakīkati kabûl etmek gerekir ki; târîhte emsâlsiz olan 24 perdeli bu terkîb, yukarıda zikredilen târîhlerin çok evvelinde gelişdirilmişdi ve esâsında heptatonik [yedi sesli] Ural-Altay sisteminin veznî [metrik] tekâmülünden başka birşey de değildi.

Mesud Cemil

Yazının İngilizce tam metni için tıklayınız.

 

Notlar

  1. Leydi Mary Wortley Montagu (1689-1762): İngiltere Büyükelçisi (1716-1718) olarak vazîfe yapmış Edward Wortley Montagu’nün (1678−1761) zevcesidir. 1951 senesinde Turkish Delights adlı seyâhatnâmesi neşredilmişdir.

    http://www.britannica.com/biography/Lady-Mary-Wortley-Montagu

  2. Leydi Marie Nole Kelly (1901-1995): Birleşik Krallık Türkiye Büyükelçisi (1946-1949) olarak vazîfe yapmış olan Sir David Kelly’nin (1891-1959) zevcesidir.

    http://www.independent.co.uk/news/people/obituary-marie-nole-kelly-1611271.html

  3. Toplam 52 mektûbdan oluşan kitab, ilk def’a 1763 senesinde izinsiz olarak basılmış; tam nüshası ise The Complete Letters of Lady Mary Wortley Montagu (Ed. Robert Halsband 1965-67) başlığıyla 1965 senesinde neşredilmişdir.

    http://www.britannica.com/biography/Lady-Mary-Wortley-Montagu

  4. The Complete Letters of Lady Mary Wortley Montagu (Ed. Robert Halsband 1965-67) kitabında bahsi geçen kontesin ismi belirtilmemişdir.
  5. Metnin orijinal nüshasında sehven “Bedrii Dilşâd” yazılmış, tarafımızca “Bedr-i Dilşâd” olarak tashih edilmişdir.