Korkutalp Bilgin

Türk makam müziğinin, 20. yyʼda her alanını müsbet ve menfî mânâda en fazla etkilemiş, hatta etkilemekle kalmamış, tabiri caizse sil baştan tesbit edip 21. yyʼa sürüklemiş, elʼan da sürüklemekte olan, şüphesiz en muktedir şahsiyeti. “Arelʼden çok Arelʼci” takipçileri, gemi azıya almış muhalifleri ve değneğin bu iki ucu arasında -esasında ortaya koyduğu külliyatdan da büyük ölçüde bîhaber biçimde- makam müziğini tedris, icra, tesbit ve ihtiraʼ gayreti içindeki musikişināsān beyninde tam mânâsıyla bir “kült” hālini almış belki tek beşer: Hüseyin Saadeddin Arel. Bir fenomen olarak, kısaca “Arel”.

Arelʼin Türk makam müziğine getirdikleri ve bu müzikten götürdükleri tartışıladursun, bugün halen geride bıraktıklarını değerlendirememiş olmakla rūhāniyetine karşı mahcubiyet duymamak elde değil. Her zaman dile getirmeye gayret ettiğimiz bir husus var: Bugün Arelʼi hararetle ve her yönüyle tartışabiliyorsak bizātihî Arel sayesindedir. Fakat biz, henüz bestekârlık anlamında ortaya koyduğu eserleri dahi yeterince ve lâyıkıyla değerlendirememiş olmakla mālûlüz. Arelʼin yaptıklarının yekûnu, her şeyden evvel, insanüstü bir gayret ve faaliyettir.

13 – 14 Aralık 2017 tarihlerinde, ülkemiz akademyası ve beynelmilel müzikoloji dünyası için büyük ehemmiyet arzeden “Uluslararası Hüseyin Sadettin Arel ve Türk Müziği Sempozyumu”, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü ve Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı tarafından müştereken, İstanbul Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkeziʼnde tertip edildi. Bu yazımızda, kongrenin üzerinden geçen zaman zarfında hafızamızın nisyānından geride kalanların yardımıyla, iki gün yaşadıklarımızı şahsî izlenimlerimizle aktararak kısa bir değerlendirme yapmaya gayret edeceğiz.

Konuya daha uzak olup henüz haberdar olmamış okuyucularımızı bilgilendirmek amacıyla evvelen müjdelemek gerekir ki, mevzuubahis sempozyum, Türkiyat Enstitüsü Kütüphānesiʼnde olduğu bilinmekle birlikte yıllar boyu kapalı kalan ve bazen akıbetinden ciddi mânâda şüphe edilen Arel kitaplık ve koleksiyonunun tasnif ve kataloglama işlemlerinin bittiği ve araştırmacıların çalışma ve faydalanmasına açıldığı haberinin resmî duyurusu ve ilk meyvesi olmuştur. Bu tesbit, tasnif ve kataloglama işlemlerinde vazifeli olan Türkiyat Enstitüsü görevlisi Arş. Gör. Harun Korkmaz, ilk gün ikinci oturumdaki bildirisinde bu çalışmalar ve koleksiyonla ilgili genel bilgi vererek katılımcıları bilgilendirdi. Meraklılar bildiri kitabı yayınlandığında daha derli toplu olarak bu malûmata ulaşılabilecektir. Prof. Ruhi Ayangil de oturum başkanlığını yaptığı oturumda bir ara bu koleksiyonla ilgili şahsî tecrübelerini aktardı ve dinleyicileri gelinen nokta hususunda aydınlattı. Bu minvalde hemen yeri gelmişken, enstitü müdürü Prof. Dr. Fikret Turan hocaya, bu işe önayak olup başarılmasını temin ettiği için samimiyetle teşekkür ve tebrik etmek gerekir. Malûm ve mateessüf ki memleketimizde düzgün işlerin yapılması halen ahvāl-i ādiyeden değil, ancak mesʼul şahısların dirāyetleriyle vuku bulabilen istisnalardır. Umarız yakın gelecekte bu vaziyet değişir.

Fikret Turan hocanın riyasetinde sempozyum düzenleme ekibinde vazife ifa eden öğretim üyesinden araştırma görevlisine, çay-kahve ikram eden çalışanından güvenlik görevlisine bütün emekdarları da tebrik ve teşekkür ile burada zikredelim. Zîrā sempozyumun sıhhat ve başarısı ve katılımcıların lâyıkıyla ağırlanması için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerine bizzat şahit olduk, güler yüzlü misafirperverlikleri sayesinde güler yüzlerle ve güzel hatıralarla ayrıldık. Sempozyum bitiminde Fikret hoca zaten iki düzineyi geçmeyen katılımcı ve dinleyicileri tek tek kapıda uğurladı. Yazının en altına dercedilmiş bağlantıyı takip ederek çevrimiçi olarak erişilebilecek sempozyum program broşüründe görülebileceği gibi oturumlar iki gün süresince iki ayrı salonda, birleşik oturumlar müstesna sabah, öğleden önce, öğleden sonra ve ikindi vakitlerinde olmak üzere eş zamanlı dörder oturumda gerçekleştirildi. Her oturuma müteveffā müzikolog, mürşid ve hocaların isimlerinin verilmesi, birer nezaket ve vefa nümunesi olmasının yanında, genelde ilmin bütününün, özelde müzikbilimin sürekliliğini göstermesi bakımından kayda değerdi.

Kongre binasında duvarlara cam çerçeve içinde asılarak sergilenen Arel terekesinden muhtelif nota örneği, fotoğraf gibi evrakın kopyaları ve köşelerine yerleştirilmiş kısa açıklamalar, ortamı görsel olarak zenginleştiren ve Arel koleksiyonuna girecek bir araştırmacının nelerle karşılaşacağına dair bir fikir vermek yoluyla merak uyandıran, hatta şevklendiren unsurlardı. Gönül isterdi ki bu mühim sempozyum, giriş alanında daha çok evrak örneği, hatta evrak asıllarının ve bunlardan başka Arelʼin bazı hususi eşyalarının da sergilendiği bir sergi ile taçlandırılmış, zenginleştirilmiş olsun. Misallerine Avrupa ülkelerinde çokca rastlanan bu nevi sergilere maalesef şu güne kadar ecdad yadigârını koruma anlamında yeterince hassas davranabilmiş olmadığımızdan ülkemizde tesadüf edemiyoruz.

Akademik sempozyumlarda -zaman sınırından ötürü- genel olarak takip edilen usul olarak oturumların ayrı salonlarda eşzamanlı yapılması, takip edenlerde maalesef birini tercih edip diğerini kaçırmak neticesi doğurmakta. Şahsen biz bu sempozyumda da bazı oturumlarda konu başlıklarına bakarak hangisini tercih edeceğimizi şaşırdık; alâkamız icabı bazen aynı esnadaki bir oturumdan diğerine mekik dokumak zorunda kaldık. Büyük salon, ismiyle müsemma hayli büyük olduğundan, kimseyi rahatsız etmeden arka kapıdan girip çıkma imkânımız oldu; fakat aynı şeyi diğer eşzamanlı oturumların gerçekleştiği bir üst kattaki hayli küçük 3. salon için söyleyemeyeceğiz. Dinleyici olarak katılanların sayısı çok az olmasına rağmen bu küçük salon bazı oturumlarda neredeyse tıklım tıkış oldu. Bu da zannederim oturum akışını belli ölçüde etkilemiştir.

Sempozyum boyunca İngilizce bildiri veren pek çok yabancı araştırmacı olmasına rağmen bir simültane tercüme faaliyetinin olmaması, kanımızca bu sempozyumun düzenleme anlamında en büyük eksikliğiydi. Fakat ülkemiz şartlarını ve umumiyetle ne işlerin ne gibi imkânsızlıklar içinde başarıldığını bildiğimizden sempozyum düzenleme kurulunu bu husus için tenkid etmeye açıkcası kalemimiz varmıyor.

Sempozyumlarda dikkati dağıtan unsurlardan biri çok sayıda ve farklı konuda bildirinin kısa bir zaman dilimi içerisinde dinlenmesi mecburiyetidir. 15ʼer dakikalık bu sunumlarda genelde bildiriyi sunanın iki ayağı bir pabuca girer, tecrübeli ve belâgatli bir konuşmacı değilse ya kâğıttan okumak suretiyle dinleyicileri uyutur, veyahut girizgâhı uzatıp asıl anlatacağını daha anlatamadan süresi biter; her halükârda kafasındakini lâyıkıyla aktarmaktan mahrum kalır. Bu durumda bu bildirilerin içeriğinden daha iyi verim alabilmek için yazılı metinleri muhtevi sempozyum kitabının yayınlanmasını bekleriz. Eşyanın tabiatı icabı kabına sığamayan bazı bildiriler de süresini aşar; bu sefer olan aslında sempozyumların en verimli kısımları olan oturum sonundaki soru-cevap fasıllarına olur. Oturum başkanının “Süremizi aştık” ihtarıyla pek çok dinleyicinin kafasında oluşmuş soru işaretleri cevaplanmak, pek çok mühim mesele de lâf lâfı açmak suretiyle tartışılmak için başka baharları bekler. O baharlar da bu devr-i kesretde ne zaman gelir, bilinmez. Bir “fikir teâtîsi şöleni” olmasını beklediğimiz sempozyumlarda konuşmacıların harala gürelesi ve dinleyicilerin mukadder edilgenliği arasında çoğu hayâtî mesele tartışılamadan geçip gider. Sempozyumların veriminin, akademik tartışma ve fikir paylaşımının artması için ülkemizde düzenlenen sempozyumların bu anlayışta değişime tābī tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sempozyumda (sempozyum programında öngörüldüğü gibi) yer yer soru- cevap bölümleri ve karşılıklı fikir paylaşımı anlamında tartışmalar olduysa da oturumların çoğunluğu bu anlamda yine zaman yarışı halinde geçti.

Sempozyum bildirilerinin içeriklerine dair geniş yorumlar yapmak, hem 15 dakikalık sürelerde gün boyu dinlenilenlerin çoğunluğunun hāfızada kalmaması, hem de aradan geçen bir kaç ayın nisyānına uğraması sebebiyle bizim için şu anda pek mümkün değil. Şunu ifade etmek gerekir ki (bir kısmını da eşzamanlılık sebebiyle kaçırdığımız) hakikaten ufuk açıcı, bilgilendirici pek çok bildirinin yanında her zamanki gibi pek bir şey söylemeyen, pek çok şey söyleyip de bir şey söyle(ye)meyen, aktarma mâlûmattan, salt alıntıdan veya akademik mânâda pek de anlamı olmayan teferruattan derlenmiş bildiriler de mevcuttu. Bildiri kitabı yayınlandığında bunlar tefrik edilebilecektir. Salt Arelʼin yaptıklarının bir anlamda özetlenmesi yerine çaba ve çalışmalarının müsbet ve menfî anlamda daha yoğun biçimde konuşulması ve tartışılması, Arelʼin yaptıkları üzerine onlarca yıldır süregelen müzikolojik tartışmaların harâretle sempozyuma taşınması, hattâ (tabii ki sözler ve fikirlerle) kavga edilmesi gerekirdi diye düşünmekteyiz.

Arelʼi bizzat tanımış olan Salih Nuri Tüzel.

Açılış oturumunda Arelʼi avukatlığı sebebiyle bizzat tanımış olan Salih Nuri Tüzelʼin aktardığı anekdotlar ve bunları en samimi haliyle ifade edişi, belki sempozyumun en keyifli dakikalarıydı.

Sempozyumun kapanış oturumunda, bilhassa Yalçın Tura hocanın sürenin kısıtlayıcılığında sıkışmadan bahsettiği hususlar, günümüz Türk makam müziği nazariyat ve ses sistemi problemlerine işâret etmesi anlamında çok önemliydi. Basılacak bildiri kitabında bildirilerin yanında bu konuşmaların da yer alması ve geleceğe aktarılması için Enstitü tarafından gerekli çalışmanın yapılmasını ümid ve tavsiye ederiz.

Sempozyum sonunda bütün bildiri sunan, oturum yöneten katılımcı araştırmacılar ve tertip heyeti aile fotoğrafı için Fikret Turan hocanın çağrısıyla büyük salonun sahnesine çıktığında bir dinleyici olarak etrafıma şöyle bir bakındım ve son oturumun başında taa arkalarda oturduğunu gördüğüm 2-3 gencin de çoktan ortadan kaybolduğunu, sempozyumu başından sonuna kadar takip eden tek dinleyici olarak kalakaldığımı farkettim. İlk gün tek tük de olsa tā Kocaeli ve Sakaryaʼdan gelen öğrencilerin mevcudiyeti, ilim aşkı ve merak saîkinin mesafe ve zorluk tanımadığını gösterir gibiydi. Fakat İstanbul Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesiʼndeki devlet konservatuarlarında, sanat fakültelerinin müzik bölümlerinde ve enstitülerde belki yüzlerce müzikle alâkalı lisans ve lisansüstü öğrencinin okuduğu ve onlarca öğretim üyesi ve öğretim görevlisinin vazifeli bulunduğu İstanbulʼda, bu ahalinin Türk müzik eğitimi, öğretimi, aktarımı, yayıncılığı, icrası, müzikbilimi ve akademyası için ehemmiyeti tartışılmaz bir şahsiyet olan Arel üzerine, tabiri caizse burunlarının dibinde tertip edilen bu derece mühim bir sempozyuma göstermediği ilgi beni şaşırtmasa da ziyadesiyle üzdü.

Umarız ki Arel Sempozyumu, gelecekte Rauf Yekta, Dr. Subhi Ezgi, hattâ Abdülkaadir Töre, Mildan Niyâzî ilh. gibi teorisyenlerimiz ad ve anısına tertib edilecek pek çok faydalı, “düzgün” (düzgün derken; genelde reklâm/tabelâ amacıyla, mâişet derdiyle veya “yaptık oldu” kabîlinden yapılması mutad olmuş sempozyum ve bilumum faaliyetden farklı olarak hakikaten ilmî düzen ve muhtevâyı hâiz olmasını kasdetdiğimizi, bu gibi faaliyetleri uzun zamandır takip eden okuyucularımız anlayacaktır), akademik kaygıyı gözeten faaliyetlere örnek olup yol açma anlamında çıtayı biraz daha yükseltmiştir.

Not: Sempozyumun kitapçığını görüntülemek için tıklayınız.